13 Mayıs 2008 Salı

Türkçe Reklam Bildirilerinde Kullanılan Yabancı Sözcükler

TÜRKÇE REKLAM BİLDİRİLERİNDE KULLANILAN YABANCI SÖZCÜKLER
İsmail Demirbağ

Giriş

Bu çalışmada, yaşamın her anında karşımıza çıkan, kitle iletişiminde önemli bir rol oynayan reklam bildirilerinde kullanılan yabancı sözcükler ve tümceler ele alındı. Yabancı sözcük ve tümce kullanımının artışı pek çok alanda görülür (özellikle reklamcılık, bilgisayar, moda, internet, bilim vs). Türkçenin yozlaşması üzerine onlarca makale, köşe yazısı vs. yazıldığı ve bundan sonra da yazılmaya devam edeceği bir gerçektir. (Korkmaz, 1995; Aksoy, 1982; Banguoğlu, 1987). Bunun nedeni, sağduyu sahibi kişilerin dilimizin yozlaşmasından duyduğu kaygılara bir tepki olarak algılanmalıdır. Bazen bu
kişiler çağdışı ve eski kafalı diye de adlandırılırlar. Dili diğer dillerin etkisinden kurtarma çabalarını gelenekçilik veya muhafazakarlık ve hatta yenilikçilik olarak algılamak da yanlıştır ve hiç kimse böyle bir hataya da düşmemelidir. Dili diğer dillerin etkilerinden korumak her kesimin desteklemesi gereken bir görev olmalıdır.

Türkiye’deki reklamı yapılan pek çok ürünün isminin yabancı kökenli olması ya da bu ürünlere yabancı isimler verilmesi artık kanıksanmış durumdadır. Toplumun hemen her kesiminin günde en az bir kez karşı karşıya kaldığı reklam bildirileri iletişim açısından özel bir öneme sahiptir. Yazılı ve görsel basında her an reklamlarla yüz yüze gelinir. Toplumun büyük bir
kesiminin, sihirli kutu da denilen televizyonun başında geçirdiği zaman da göz önünde bulundurulduğunda, bu durum doğal bile karşılanabilir. Ancak küçük yaşlardaki çocukların zamanlarının çoğunu televizyon izleyerek geçirmeleri, geleceğimizin güvencesi olacak olan genç kuşakların ana dillerini bozuk, hatta hiç öğrenememeleri anlamına gelebileceği gerçeği de gözardı edilmemelidir. Özellikle çizgi ve reklam filmleri çocukların vazgeçilmez tutkularıdır. Evde küçük çocuğu olanlar bunun böyle olduğunu rahatlıkla gözlemleyebilirler. Bu da reklamlarda kullanılan dilin, toplumun her kesimi için önemli bir olgu olduğunu
ortaya koyar. Bu yüzden reklamlarda kullanılan sözcüklerin, dilin gelişimi açısından iyi analiz edilmesi gerekir.

Konfüçyüs’e sormuşlar: -Bir memleketi yönetmeye çağırılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu? Büyük filozof şöyle cevap verir:
- Hiç şüphesiz, dili
gözden geçirmekle başlardım. Dinleyicilerin hayrete düştüğünü görünce şöyle devam eder: - Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılmaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir.


Dilin Reklam Metinlerindeki Yeri ve Önemi

Dil, bir toplumda şüphesiz en yaygın iletişim aracıdır. İletişimden de öte, o toplumu bir arada tutan birlikte yaşamalarına olanak sağlayan en önemli kurumdur. (Aksan 1983:15) İletişim ise iki birim arasında, ortak bir düzgü (dil) ve gerekli araçlar kullanarak, karşı taraftaki birimde davranış değişikliklerini amaçlayan bilgi ve verilerin aktarılması eylemidir (Demirbağ, 1994:10). Ortak düzgüden kasıt, toplumdaki bireylerin uzlaşım sonucu, uzun yıllar süren gelişmelerle ortaya çıkardıkları anadildir (Vardar, 1988). Bir iletişimin gerçekleşebilmesi için olmazsa olmazların da vardır. Bunlar gönderen, alıcı ve düzgü diye adlandırılır. Reklam bildirilerinde de ortaya çıkan bu olguları iyi analiz etmek gerekmektedir. Gönderen ve alıcıda bir sorun yok, zira her ikisi de Türk toplumunun birer parçasını oluştururlar. Düzgüye gelince, bu konuda biraz düşünülmesi gerekir. Çünkü reklam bildirilerinde zaman zaman değişik düzgülerin kullanıldığı görülüyor. Bu kullanım gün geçtikçe artmaktadır. Ulu önder Atatürk’ün dediği gibi “Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, bilinçle işlensin. Dilin milli ve zengin olması milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir.“ Ancak bu kullanımlar devam ettiği sürece “milli hisler”in
gelişmesi bir yana, yakın bir gelecekte bu dil elden gidebilir de. Asırlardır kullanılan bu dili gelecek kuşaklara, bozmadan ve
bozulmasına fırsat vermeden aktarmak, önemli bir sorumluluk olarak görülmelidir: “Dil, toplumdan ayrı başlı başına bir varlık değil, insanoğlunun hizmetinde, sosyolojik bir olgudur. İnsana bağlı, insanla birlikte yaşayıp gelişen canlı bir varlıktır. Bütün canlı varlıklar gibi, onun dayanmasını, korunmasını sağlamak gerekir.” (Levend, 1973:2) Çünkü bu dil yüzyıllardan beri kullanılan bir dildir: “1400 yıldan beri bir yazı dili olan Türkçe büyük bir dildir. Zengin kökleri vardır; ekleri, kelime hazinesi, deyimleri, atasözleri vardır. Çok muntazam bir dildir, dünyanın gramer itibariyle en muntazam dili sayılır, Türkçe.” (Banguoğlu, 1987:340)

Dili etkileyen faktörleri kısaca şöyle sıralanabilir:

1.Kültürel gelişmeler.

2.Ekonomik gelişmeler.

3.Teknolojik gelişmeler.

4.Siyasi gelişmeler.

5.Sosyal gelişmeler.

Bu beş faktör dilin gelişmesini çok yakından ilgilendirir. Bu çalışmada bizi ilgilendiren gelişmeler kültürel, ekonomik ve teknolojik olanlardır. 1980 sonrası Türkiye’de çok hızlı bir gelişme yaşanmaktadır. Bu gelişme yaşamın her alanında kendini göstermektedir. Özellikle de ekonomik gelişme alanında çok önemli mesafeler kat edildiği söylenebilir. Ekonominin bir parçası olan reklam sektöründe de bu gelişmeler hiç de yadsınamaz konumdadır. Globalleşmeye giden bir dünyada, kültürler arası etkileşimin çok hızlı bir şekilde yapıldığı bilinir. Dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan bir bilgi, veri, olay vb. gelişmiş iletişim araçlarıyla anında yayılmaktadır. Reklamlar da aynı yöntemle yayılıp gelişmektedir. Hatta bazı reklam görüntüleri aynı olup, sadece sözleri yayınlanan ülke tarafından değiştirilmektedir. Örnek olarak, Pepsi, Coca
Cola reklamları verilebilir. Bu da bize reklamların sınır tanımadığını gösterir. Konu reklamlar olunca da kullanılan düzgünün önemi ortaya çıkıyor. Ancak, son yıllarda reklam metinlerinde kullanılan düzgünün yabancı olmasının, hem iletişim hem de dilin gelişmesi açısından olumsuzluklara da beraberinde getirdiği de bir gerçektir. Yukarıda da belirtildiği gibi reklamlar, günlük yaşama o denli girmiştir ki, burada kullanılan düzgüden kaçınmak olanaksızdır.
Amerika’da ortaya çıkmış olan, reklam yazarlarının sıkça baş vurdukları bir formülü vardır: AIDA. (Attention +Interest +Desire +Action) Bu Türkçede şöyle formüle edilebilir; dikkat çekme + ilgi, merak + arzulamak + eylem, yani satın alma. Bunun açılımı şöyle yapılabilir; tüketicinin önce ürün üzerine dikkati çekilir, daha sonra doğal olarak alıcının ilgi ve merakı artar, ardından ürünü satın alma arzusu bilinç altına yerleşir ve sonuçta bu, eyleme yani ürünü satın almaya dönüşür.

Reklamların alıcı kitle üzerinde yeterli etkiyi uyandırmaları ve dikkat çekmeleri, reklamın en önemli şartıdır. Dikkat çekebilmek için her türlü yöntem denenir. Bu yöntemlerden biri de reklamlarda yabancı sözcük kullanmaktır. Bunda amaç uluslararası ve modern olma ifadesi ve özel hedef kitleye hitaptır. Ancak bu tür kullanımların önemli bir özelliği, hedef kitlenin seçiminde kendini gösterir. Ayrıca başarıya ulaşmada bu kitlenin bazı özelliklerinden faydalanılır; sosyo-demografik, psikolojik, sosyolojik vb. özellikler. Sosyo-demografik özellikler, hedef kitlenin yaşı cinsiyeti, gelir düzeyi ve meslek gruplarını içerir. Psikolojik özellikler, hedef kitlenin içe ve dışa dönüklülüğünü, düşünce yapısını vs. içerir. Sosyolojik özellikler ise grup özelliklerini ve normlarını içerir: “Reklamcının işi hedef kitleyi tanımlamayla başlar, zira ürünü kim alacak sorusunun cevabı buradadır. Daha sonra alıcıların muhtemelen en çok hangi reklamı izledikleri araştırılır; bu insanlar sinemaya gidiyor mu? TV seyrediyor mu? Hangi yayınları alıyorlar?” (Heller, 1991:144) Bu doğrultuda belirlenen hedef kitlenin dikkatini çekebilecek, onlarda belirli bir etki uyandıracak bildiriler oluşturulur. Bu bildiriler, özellikle bazı basılı medyada yabancı dilde yapılmaktadır. Bu çalışmada 1990 ile 1999 yılları arasında çıkan ek-dergi, gazete ve dergilerden derlenen reklam metinlerinde kullanılan yabancı düzgü incelendi ve yorumlandı. Çalışmada hem zaman hem de sayı açısından kısıtlı sayıda reklam bildirisi kullandığından bu çalışma, noksansız bir çalışma iddiasında değildir. Bu çalışma bundan sonra yapılacak aynı türde çalışmalara katkıda bulanabilir. Günümüzdeki moda davranışlardan biri olan yabancı dil kullanma (ya
da yabancı dil biliyor görünme) özentisinin, bir ülkenin kültürel değişim ve gelişiminde ne kadar etkili olabileceğini burada görmek mümkündür. Akla şu soru gelebilir; ortak bir düzgü kullanılmamışsa reklamın bildirisi nasıl çözülür? Reklam bildirisi, reklamda kullanılan diğer göstergeler yardımıyla çözülmeye çalışılır. Fakat bu durumda sağlıklı bir iletişim sağlanması olmaz. "İdeal bir iletişim ortamında, alınan ve anlaşılan bildirinin, verici tarafından tasarlanmış, kodlanmış ve gönderilmiş olan bildiriyle aynı olması gerekir." (Behrens, 1970:162). Zira iletişimin amacı bir bildiriyi dinleyiciye aktarmaktır. Burada
aktarılan bildirinin dinleyici tarafından anlaşıldığı şüphelidir (Ama buraya bir başka yaklaşım getirilebilir: Konuşucu bilinçli olarak yabancı bir düzgü kullanmış olabilir. Böylece kullanılan bildirinin içeriğinden ziyade biçimsel özelliğinden yararlanmak istemiş olabilir. Kullanılan yabancı dil ile tanıtımı yapılan malın yabancı bir ürün olduğunu ve Türkiye’de yabancı mala özlem
duygusundan bu şekilde yararlanabileceğini göstermiş olabilir). Reklam metinlerinde kullanılan yabancı düzgü, kullanım sıklığına göre şöyle sıralanabilir: İngilizce, Fransızca, Latince ve İspanyolca. İngilizce’nin birinci sırada olması hiç de sürpriz değildir. Zira, bu dille oluşturulan reklam bildirileri hatırı sayılır bir alıcı kitle tarafından anlaşılmaktadır. İkinci sırada, özellikle de kozmetik alanındaki reklam bildirilerinde Fransızca kullanımı dikkat çekmekte. Latince ve İspanyolca ise, az da olsa reklam bildirilerinde göze çarpmaktadır.

1990 İle 1999 Yılları Arasında Reklam Bildirilerinde Kullanılan
Yabancı Sözcük ve Tümcelere Örnekler.

Sözcükler:

Aşağıda reklam metinlerinde sık sık karşılaşılan yabancı sözcüklerden bazıları listelenmiştir. Ancak bazı sözcükleri 1990 yılı öncesine ait reklam bildirilerinden alınmıştır.

8x4 Intensiv, Abbate, AEG, Angel Face, Blendax, Amadeus, Cireaseptine, Cutex, Arena, Ariston, Arko Bronz, Gibbs, Artema, Helene Rubinstein, Audi, Louis Philippe, Avon, Axe Voodoo, Mobil, Babor, Nestle, bac, Nevton, Baguetta, Banvit, Parker Quink, Philips, Becel, Pilo-Cura, Bellona, Poker-Play, Bepanthol, Pond’s, bergasol, Reksona, Ricil’s, Biotherm, Scherk,
Singer, Bisse, Tamek, Tarr, Black Label Viski, Blaze spray, Tokalon, Blendax, BMC-Nissan, BMW, Tursil, Boots, Bosch, BP, Ufa, Braun Silk-épil, British Airways, Ülker, broderi narin, Vicks, Bronx güneş yağı, Vim, Brut, Vita, Business Man, Butget Car Rental, Vog, Calvé, Camel Boots, Carefree, Carte D’or, Castrol GTX, Catherine Arley, Champion, Chanson d’Air, Chantage, Charme, Chicco, Cire aseptine, Clairol, Clarins, Coca Cola, Colgate, Daewoo Matiz, Daikin, Dalin, dandnıff, Dardanel, de fonseca, Destiny, Diamond Line, Discovery Channel, dixi, Domex, Dunlop, Dynax, Elidor, elité, Elizabeth Arden, Ellen Betrix, Emirate, Emotion, Empress, Emsan, Equal, Ericsson GH337, Esterel, Eterna, Eti Pankek, Fa, Flair Kent optik, Flotal Şişe cam, Ford, Ford
Scorpio GHİA, Freeman, Fruko Gazoz, Fulda, Futuro, Gaouloises Blondes, General Electric, Glade Gocce, GoldStar, Grammar, Grazia, Grundig, Halifaks, Henna Plus, Hobi Sima, HR.Rouge Glarious, Hunca kolonya, Hyundai, Intema, Interbank, Intertoy, İnci Ayakkabı Center, İpragaz, İzocam, Jacobs, Jagler Hunca, Jalouse, Jasmine, Johnnie Walker, Johnson’s, Jordache, Jumbo , Jump, Kaleberloni, Kappa, Keen, Kenwood, Kınetix, Kim, Krups, L.C. Waikiki, Lada, Lady Speed Stick, Lancester, Lancetti, Lancetti ELLE, Lancetti IL, Letoon , Libresse, Linera, Lipton, Lois, Lonestar, Luna, Lux, M’collection, Maggi, Marlboro, Martinelli, Mavi jeans, Max Factor, Mayadrom İş merkezi, Mazda, Mc Cormick, Men Giyim, Mercedes, Miele, Mis light, Nestle, Misslyn,
Mitsubishi Prenses, Mon Tricot, Monte Carlo, Motorola , Nestle, Nissan, Nissan NX Coupe, Nivea, Nivea Beauté, Nivea solaire, Nokia, o.b., Olin, Omo, Opel, Opel Astra, Oral-B, Oralet, Organics , Oriflame, BRUNCH, Palmers, Palmolive , Panasonic, Pantene Pro V, Papetland, Parizien , Parliament, Pastavilla, Penti, Perfect, Peugeut, Philips, Philips Philishave, Pirelli, Pond’s, Pril, Prize, Pronto, Propol, Pyramid Jeans, Quiksilver, Raid, Ramsey , Reebok, Renault, RoC, Rover, Rowenta, Saab, Saba, SADO, Saks, Salem, Sanino, Seba Med, Selpak, Serena, Sesu, She, Sılhuette Schwarzkopf, Silk&Cachmere, Singer, Skechers,
Skoda Octavia, Slazenger, Sothys, Spar, St ives, Subaru, Swiss Formula, Taç Linen, Tefal, Top Ten Gözlük, Toyota, Trend, Turkcell Alcatel, tycoon, Vestel, Vichy, Vigorsol, Vileda, Vital colors, Vitra, Vitra Riva, Viva Corn Flakes, Vivident, Vivien, Vog, Voila, Volkswagen, Wella, White-Westinghouse, Wilkınson Lady Protector, Yayla SOFT, Yves Rocher, Zass, Castrol GTX

Dikkat edilecek olursa sözcüklerin çoğunluğunu ürün markaları oluşturmaktadır. Bu durum bir dereceye kadar kabul edilebilir. Ancak yabancı sözcük akını bununla kalmıyor: Alış-veriş mağazalarının isimlerinden televizyon kanallarına, giyim eşyalarından gıda maddelerinin isimlerine kadar pek çok alanda yabancı sözcüklerin etkisi görülmekte. Aşağıda yabancı sözcük ve tümce içeren reklam bildirilerinden örnekler sunulmuştur. Bildiriler aşağıdaki tümcelerle ve yukarıdaki sözcüklerle sınırlı değildir. Bu örnekler sınırsız bir sayıda çoğaltılabilir.

Tümceler:

İngilizce tümcelere örnekler:

• Come to Marlboro country (Star/Sabah 28.8.1994) [Marlboro ülkesine gel]

• A different world Rado-(Saat) (Tempo 41/1995) [Rado, farklı bir dünya]

• LET ME FREE! Sarp Jeans (Star 176/1995) [Beni özgür bırak]

• You can’t get it out of your mind! YARDS (Show/Hürriyet 87/1994) [Onu aklınızdan çıkaramazsınız.]

• I know what I like! YDS Organization (Star 86/1994) [Hoşlandığım şeyi biliyorum]

• Yards again ... YARDS Organization. (Star 157/1994) [Yine Yards]

• THE NEW MEN’S LINE FROM BOUCHERON. JAÏPUR HOME (Elele 11 1998) [Boucherondan yeni erkek çizgisi]

• This is survival ... FRONTI JEANS (Star 58/1992) [Bu hayatta kalıştır...]

• Flowers power. Loft. THE ORIGINAL (Show/Hürriyet 84/1994) [Çiçeklerin gücü]

• The Art of Entertainment. PIONEER (Show 10/1992) [Eğlence saati]

• THE WAY YOU ARE. THE WAY YOU GO. LONESTAR. EAU DE TOILETTE FOR MAN. (Penthouse 11/1991) [Seçiminiz tarzınızdır.]

• Be Piaget. Don’t show your hand. Piaget (Saat) (Star.12/1991) [Kolunu gösterme]

• The Age of Discovery SEIKO (Star 12/1991) [Çağın buluşu]

• MUST DE CARTIER WATCHES. Vermeil Adjustable deployant buckles. Cartier (Sabah 7.12.1992) [Saat dediğin Cartier olmalı. Her kola uyumlu]

• ”more attitude... Less hangs-ups” david PEOPLE (Aktuel 121/1993) [Çok akıl az problem.]

• FEEL THE BEST. MOMENT JEANS (Aktuel 121/1993) [En iyiyi hisset]

• Les must de Cartier Paris. PEARL. TIPPED LUXURY SLIM CIGARETTES. Cartier (Maire Claire 30/1998) [Filtreli lüks ince sigara]

• THE ART OF WRITING YOUR LIFE. Mont Blanc (Aktuel 407/1999) [Hayatınızı yazmanın sanatı]

• ROCABAR. PRIDE, IN HIS NATURE. ROCOBAR. The new Hermès fragrance for man. (Cosmopolitan Aralık 1998) [Gurur onun doğasında var. Erkek için yeni Hermes kokusu]

• Contradiction for man. Introducing a new fragrance from Calvin Klein. (Aktuel 407/1999) [Erkek için çelişki. Calvin Klein’den yeni bir koku]

• Feel your feelings ... Bellisima feelings. (Options 25/1998) [Duygularını hisset... Beelisima duyguları]

• We’ll add the protection. You have the fun. Hawaiian tropic. (güneş yağı) (Cosmopolitan Ağustos 1998) [Korumayı arttıracağız. Eğlenceli olacak.]

• POSITION # 0081 THE LAUNCH PAD. THE FIRST PAIR OF LESS IN SPACE. The Jeans that built America. LEE (Cosmopolitan Ağustos 1997) [Uzayda daha az yer kaplayan ilk kot. Amerika’yı inşa eden kot.]

• Swatch. The others just watch. The first chrono that’s also a scuba. Swatch AquaChrono (Saat) (Star 167/1994) [Saat. Diğerleri sadece saat. İlk krono aynı zamanda bir skuba]

• In a perfect World, it would never rain when you were out running. The roads would be padded ribbons that stretched on forever. There would be no barking dogs. Or annoying drivers. Or exhausting bead winds. Echoirs of angels would cheer your every stride † † You’d also have a great fitting pair of shoes that didn’t weight much. The new Air Huarache International -NIKE AIR- (Cosmopolitan 13/1993)
[Mükemmel bir dünyada siz dışarıda iken asla yağmur yağmayacak. Yollar sonsuza dek gerilmiş kurdeleli yastıklar olacak. Havlayan köpekler olmayacak. Ya da sizi kızdıran sürücüler. Ya da sizi yoran rüzgarlar. Meleklerin yankıları her adım atışınızda yanınızda olacak. Aynı zamanda ağır olmayan bir çift ayakkabıya sahip olacaksınız. Yeni Air Huarache International -NIKE AIR.]

Fransızca tümcelere örnekler:

• LA NOUVELLE EAU DE TOILETTE POUR L’HOMME LANVIN L’HOMME (Elele 11/1998)

• UN PEU PLUS LOIN QUE L’INFINI. EAU DE TOILETTE POUR HOMME. GIVENCHY. (Marie Claire 126/1999) [Sonsuzluktan biraz uzak.]

• NOUVEAU CHRONOGRAPHE BUCHERON ... ... VOTRE TEMPS EST PRÉCIEUX. BUCHERON Paris (Saat) (Cosmopolitan Aralık 1998) [Boucheron’un yeni kronometresi. Zamanınız değerlidir.]

• BOOSTER, une eau de toilette LACOSTE. (Cosmopolitan Aralık 1998)

• UN PARFUM PRESQUE INNOCENT. Cabotine de Grees (Elele 1/1990) [Hemen hemen masum bir parfüm]

• “VARESSE SUBLIMETEUR DE BRONZAGE” VARESE- STENDHAL (Amica 33/1995) [Varesse, bronzlaşma yücelticisi]

• LES ENFANTS SONT COMME ÇA. Absorba (Çocuk giyim) (Star 79/1993) [Çocuklar böyledir]

• Parfum pour Elle et Lui. ST. Dupont Paris (Elele 11/1998) [Parfüm, kadın ve erkek için]

• H2O+♥= L’eau par Kenzo (Elele 11/1998)
• Les architectes du temps. Au cinéma, elle crève l’écran, à la ville, elle a d’autres armes. Un instinct très sûr. Et une intelligence redoutable. C’est Sharon Stone... et elle porte une Ebel 1911. Ebel (Saat) (Aktuel 121/1993) [Zamanın mimarları. Sinemada, o ekrana yansıyor, şehirde, başka silahları var. Çok emin bir içgüdü. Ve korkunç bir zeka. Bu Sharon Stone’dur... ve o bir Ebel 1911 takıyor.]

• Jouez le mat sur du velours. Comment garder un teint uni, mat et velouté? Le secret: TEINT TRANSPARENT SPF 15 de GIVENCHY, le Compact Beauté double jeu, Fond de Teint et Poudre à la fois. Sur votre peau, une infinie douceur et en un clin d’œil, la perfection et l’excellent tenue de votre maquillage. LE TEINT TRANSPARENT GIVENCHY (Marie Claire 120/98) [Tehlikeye girmeden mat ediniz. Düz bir yüz rengi nasıl korunur, mat ve yumuşak mı? Gizlilik: Pırıl pırıl yüz rengi SPF 15 Givenchy’de, mükemmel güzellik, ikili oyun bazen pudra ve fondöten. Sizin cildinize makyaj bakımında kaşla göz arasında sonsuz dinginlik ve mükemmel eşsiz güzellik. Pırıl pırıl yüz rengi Givenchy.]

Latince tümcelere örnekler:

• Ad Augusta Per Angusta... (Kip) (Star 55/1992) [Büyük, yüce şeylere dar, zor yollardan ulaşılır.]*

• Labor Omnia Vincit Kip. (Star 58/1992) [Sebatlı çalışma bütün güçlükleri yener].

İspanyolca tümcelere örnekler:

• “Desde el primer instante que lo ví sentí un aceleramiento de mi sangre” (Mar Flores İspanya) Ege Seramik (Tempo 41/1995) [“Daha ilk görüşte kanımın tutuştuğunu hissettim.”]

Almanca tümcelere örnekler:

• Vorsprung durch Technik (Audi) (Elle 5/99) [Teknik vasıtasıyla atılım]

Dikkat edilirse bazı firmalar, kullanılan ortak düzgüde sorun olabileceğini görmüş olmalı ki, reklamın alt kısmında kullandığı sloganların Türkçelerini yazarak ortak düzgüdeki sorunu gidermeye çalışmıştır (Latince ve

*
Çeviriler reklam metninde verilmiştir İspanyolca reklam metinlerinde.). İngilizce ve Fransızca’nın kullanıldığı reklamlarda durum biraz farklıdır. Zira gönderen, alıcıların (en azından bir kısmının) reklam metnini anlayabileceği varsayımından hareket etmiş olmalıdır (Türkiye’de yabancı dil eğitiminin yaygın olduğu göz önünde tutulursa). Bazı reklam bildirilerinde hem İngilizce hem de Fransızca’ya rastlamak olasıdır. Gerçekte bu tür bir düzgü kullanımı Türkiye şartlarında zorlamalı bir tutumdur.

Sonuç

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi İngilizce’nin reklam dilindeki yeri ve önemi hiç küçümsenmeyecek bir konumdadır. Sadece Türkiye’de yayınlanan reklam metinlerinde değil pek çok ülkenin reklam metinlerinde bu durum söz konusudur. Özellikle Almanya’da bu duruma tepki gösteren sivil toplum örgütleri vardır. Örneğin: www.vds-ev.de. Bu kuruluş Alman diline giren pek çok İngilizce sözcüğün yerine, dillerinde olan veya önceden kullanılan pek çok sözcüğü önermektedir. Keza Fransızların da bu konudaki çabalarını unutmamak gerekir. Aşağıda bu konuyla ilgili bilgiler verilmiştir.
Bir dili yabancı dillerin etkisinden kurtarmanın yolu şüphesiz özleştirmeden geçer. Türkiye’de de bu türden çalışmalar zaman zaman yapılmıştır. Bu çalışmaların ne derece başarılı olduğu ise tartışma konusudur:

“Dil devriminden bu yana 33 yıl geçtiği halde, yarattığımız kelimelerin sayısı- terimler bir yana- 1000’i bulmuş değildir. Daha ne kadar çalışmak gerektiğini bu hal açıkça gösterir.” (Levend, 1973:8). Ancak batıda durum ve yöntemler daha farklıdır. Özellikle konu ile ilgili olduğu için reklam bildirilerine yönelik çabalara yer verildi:

“Fransız dilinin özleştirme çabasının nasıl bir duyarlıkla sürdürüldüğünü, 7 Ocak 1976 sabahı radyo haberleri arasında dinlediğimiz şu sözler bir kez daha göstermiştir: Fransa’da bütün reklam ve ilanlarda yabancı kelimelerin kullanılması yasaklandı. Bu konuda çıkarılan kanunun gerekçesinde, uygulamaya Fransızca’nın yozlaşmasını önlemek amacıyla girişildiği bildirildi.”
(Aksoy, 1982:32)

Aradan on sekiz yıl geçtikten sonra 1 Mart 1994 tarihinde Fransız Kültür Bakanlığı yeni bir yasa tasarısı daha hazırlar. Bu yasa tasarısına göre Fransızca’nın korunması amacıyla yabancı dil kullanımında bazı kısıtlamalar getirilmesi gündeme gelmiştir. Bu çalışmayı ilgilendiren konu, yasa tasarısının birinci maddesinde şöyle dile getiriliyor:

“Bir mal, bir ürün ya da hizmetin gerek sunuluşunda, tanıtılmasında, kullanımında ya da yararlanma kitapçığında, garanti sınırlarını ve koşullarını belirleyici açıklamalarda, gerek bunlarla ilgili fatura ve makbuzlarda Fransız dilinin kullanılması zorunludur. Yabancı dilde herhangi bir sözcüğe, ya da yabancı dilde bir deyim ya da sözcük varsa, özellikle de bu, Fransız dilinin zenginleştirilmesiyle ilgili tüzük hükümlerinin öngördüğü koşullara uygun bir deyim ya da sözcük ise, yasaktır. Yazılı, sözlü ya da görsel ve işitsel olarak yapılan her türlü reklâm ve tanıtım için aynı hükümler uygulanır. Bu maddedeki hükümler, tipik ürün adları ve çok geniş bir kitle tarafından tanınan yabancı marka adları için uygulanamaz.” (Türk Dili Ekim, 1994, no:514:356-365)

Bir dili yabancı dillerin etkisinden kurtarmanın en iyi yolu yukarıdaki örnekte olduğu gibi o dili yasalarla korumaktan geçiyor. Nasıl bir ülke Anayasası yardımı ile vatandaşlarını can ve mal güvenliğini koruma altına alıyorsa, bunu, yabancı dillerin o dilde yapacağı tahribatı önlemede de kullanabilir. Son dönemde bu konuda TBMM’nde görüşmeler yapıldı ancak henüz somut bir adım atılmış değil. Türk dilinin de yabancı dillerin yapacağı tahribattan korunması gerekmektedir. Bu konuda tarihte yapılmış çeşitli yasaklama ve çalışmalar
vardır:

“(...), Karamanoğlu Mehmet Bey de 1277 yılında buyurduğu bir fermanla zamanın «Acemperest» Selçuk hükümdarına güzel ve yerinde bir milliyetçilik dersi verir. Mehmet Bey 1277 tarihli bu meşhur fermanında «Bundan böyle sarayda, divanda ve her yerde Türkçe’den başka bir dil ile konuşulmasının yasak olduğunu» bildirmektedir.” (Hacıeminoğlu 1976:21) Uzun yıllar boyu Türkçe’nin yabancı dillerin etkilerinden kurtarmak için pek çok çabalar sarf edildiği bir gerçektir. Buna rağmen hâlâ pek çok sayıda yabancı sözcüğün Türkçe’de bulunması, özellikle de reklam metinlerinde bir gerçektir. Yabancı sözcükleri kullanma oranının günden güne artmaktadır. Özleşme çalışmalarının başladığı yıllarda Türkçe’yi özellikle Arapça ve Farsça’nın etkisinden kurtarmaya yönelik çabaları ümit vericiydi. Ancak aynı duyarlılık bugün de batı dillerinin Türkçe’de yaptığı ve yapacağı zararları önlemekte gösterilmelidir. Bir dilde kullanılan yabancı sözcüklerin sayısı o dilde kullanılan sözcüklerin 10’unu geçmemelidir. Örneğin Almanca’daki İngilizce sözcüklerin sayısı yaklaşık 4000 olarak gösterilir. (Berliner Morgenpost, 17. Okt. 1998) Türkiye’de sağlıklı bir araştırma yapılmadığı için bu sayıyı bilinemiyor. Ancak sayının çok yüksek olduğu tahmin edilebilir. Son yirmi yılda Türkçe reklam metinlerinde yabancı sözcük kullanma oranı artmıştır. Zaman içinde Türktüketiciler reklamlar yoluyla, bilinçli olmasa da pek çok yabancı sözcüğü bilinç altına kaydetmişlerdir. Bu sayı ortalama 200 sözcük civarındadır. Bu sayı eğitim düzeyi yükseldikçe artar. Bu durum reklamın işlevinden kaynaklanıyor. Zira
reklamın bir işlevi de tüketicilerin bilinç altına etki etmektir. Bu etki sonucunda tüketiciler reklam logosunu gördüğü ve müziğini duyduğu zaman, bazı durumlarda renklerini gördüğü zaman, bu “şu ürünün reklamı”dır diyebiliyor.
Bu oran %25’lerin üzerine çıktığı zaman asıl yozlaşma ve bozulma başlar. İşte olay bu aşamaya varmadan gerekli önlemleri alarak dilin yozlaşmasını önüne geçmek gerekir. Önce bu oranlar aşağıya çekilmeli, daha sonra Fransa örneğinde olduğu gibi yasal düzenlemeler getirilmeli ve son olarak da yabancı sözcüklere bulunan karşılıkları yoğun bir şekilde kullanılmalıdır. Ancak işi belirli bir bilinçle yapılmadığı sonucu çıkıyor ortaya. Oysa batılı ülkeler (Fransa örneğinde olduğu gibi) bu işi daha bilinçli, duyarlı ve akılcı yapmaktadırlar: “Bunun içindir ki, dil bilincine eren uluslar, her şeyden önce dillerini yabancı öğelerden temizleyerek, ona ulusal bir değer vermeye çalışmışlardır, sonra da işleyerek, zenginleştirerek bu değeri yükseltmişlerdir.” (Levend 1973:3) Buna benzer yöntemleri Almanlar Almanca’yı Latince’nin etkisinden kurtarmak kullanmışlardır. Günümüzde de Almanların Almanca’yı İngilizce’nin etkisinden kurtarma çabaları vardır. Keza Macarlar da dillerini Almanca’nın etkisinden kurtarmak için yoğun bir çaba göstermişlerdir. Türkiye’de her kesim dilin yabancı dillerin etkisinden kurtarılmasından yana olmalıdır. Ancak diğer yandan da küreselleşme bilinciyle yabancı bir dili öğrenmenin de zorunlu olduğu bilinmeli: “Her medeni ve ileri kültür dili gibi Türkçe’nin de yüzde yüz saf olmasına ne imkân, ne de lüzum vardır. Ancak, bu kelime alış-verişi, ihtiyaç hudutlarını aşarak bir heves ve özenti şeklini almadan, normal ölçüler içinde kalmalıdır.” (Hacıeminoğlu, 1976:28) Bu alıntıda sözü edilen “heves ve özenti” günümüz reklamlarının maalesef temelini
oluşturmaktadır.

Reklam metinlerine şöyle bir göz atınca, yukarıda hatırlattığımız anekdotta Konfüçyüs’ün ne kadar da haklı olduğu görülüyor. Çok değil yirmi yıla kadar, belki Türkiye’de yayınlanan reklam bildirilerinin pek çoğunun yabancı dille alıcıya ulaştırılacaktır. Ancak Ulu önder Atatürk’ün de belirttiği gibi “Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı
diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Bu gün tüm çaba ve beklentiler bu yönde olmalıdır. Doğal olarak bu çaba içinde olanlar da vardır. Örneğin, Türk Dil Kurumu yabancı sözcüklere bulduğu karşılıklarla bu konuda her zaman olduğu
gibi öncülük yapmaktadır. Ayrıca bireysel olarak yapılan çalışmalar da vardır.

Kaynakça
AKSAN, Doğan. (1983), (Yöneten ve Yayına Hazırlayan) Sözcük Türleri. Ankara: TDK yayınları.
AKSOY, Ömer Asım. (1982), Dil Gerçeği. Ankara: TDK yayınları.
BANGUOĞLU, Tahsin. (1987), Dil Bahisleri. İstanbul: Kubbealtı Neşriyat.
BEHRENS, Karl Christian. (Hrsg.) (1970), Handbuch der Werbung. Wiesbaden: Betriebwirtschaftlicher Verlag.
DEMİRBAĞ, İsmail. (1994), Reklam Çözümlemesine Göstergebilimsel Bir Yaklaşım. Erzurum: Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
HACIEMİNOĞLU, Necmettin. (1976), Türkçenin Karanlık Günleri. İstanbul: İrfan Matbaası.
HELLER, Ewa. (1991), Wie Werbung wirkt, Frankfurt: Fischer Verlag.
KORKMAZ, Zeynep. (1995), Türk Dili Üzerine Araştırmalar. Ankara: TDK Yayınları.
LEVEND, Agâh Sırrı. (1973), Dil Üstüne. Ankara: TDK yayınları.
MIHÇIOĞLU, Cemal. (1996), Sözcüklerin Öyküsü. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Türk Dili. Ekim 1994, Sayı:514.
VARDAR, Berke. (Yönetiminde). (1988), Açıklamalı Dilbilim Terimler Sözlüğü. İstanbul: ABC Tanıtım Basımevi.
Yabancı Kelimelere Karşılıklar (1995), Ankara: TDK yayınları
Yabancı Kelimelere Karşılıklar (1998), Ankara: TDK yayınları


Kaynak: Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Mayıs 2002 Cilt: 26 No. 1 125-134

5 Mayıs 2008 Pazartesi

Sözcüğün Anlamı

İletişimde tek tek sözcüklerin mi, tümcenin mi daha önemli olduğu çok tartışılmıştır. Bütünden (tümceden) parçaya (sözcüğe) gidiş de tutulabilecek bir yolken, en küçükten, sözcükten başlayarak tümceye giden bir yöntemi; yani bir anlamda tümevarım yöntemini izleyeceğiz biz. Hem hepimizin konuşmaya sözcüklerden başladığını dikkate alarak hem de kimi zaman tek sözcükle bile meramımızı anlatabildiğimizi düşünerek, sözcüğü öne alıyor ve önce sözcüğün anlamı üzerinde durmayı öneriyorum.forumuz.biz'den alınmıştır


Kaç çeşit anlam vardır, diye sıralamak kolaydır da anlamın tanımını yapmak zordur. Biz de anlamın var olmasını sağlayan şeyle, kavramla işe başlayalım ve kavram nedir, diye soralım önce. Bunu sorarken, her kavrama/her anlama bir sözcük düştüğü hesabıyla hareket edeceğimizi anımsatmış olayım.



KAVRAM

Bir sözcüğün, o dili bilenlerin beyninde oluşturduğu tasarım ve çağrışımlardır.

Ne demek? Türkçe bilen biri ağaç sözcüğünü duyduğunda gözünü kapatsa beyninde bir ağaç canlanmaz mı? Tasarımdan işte bunu kastediyorum. Beynimize kazınmış görüntüler... Bunlar, daha annemizin babamızın elinden tutup "Bu ne? Bu ne?" diye kafalarını şişirmeye başladığımız zamanlarda kaydedilmiş oraya. Anne ya da babamız: "Bak, oğlum / kızım! Bu, ağaç." dediğinde beyin, ağaç sözcüğüyle kodlayarak bir kayıt yapmış. Bir tür sesli kodlama ve görüntülü kayıt. O yüzden ağaç sözcüğünü duyan ve elbette Türkçe bilen herkesin kafasında bir ağaç tasarımı oluşur.forumuz.biz'den alınmıştır


Henüz okula bile gitmeyen çocukların ağaç, ev, kedi vb. çizebilmeleri bu sayede oluyor. Burada "Tıpkı bilgisayar gibi." diyeceğim; beyne ayıp olacak. En gelişmiş bilgisayarlar bile insan beyninin kapasitesine erişememiştir. Buraya bir "henüz" diye ekleyeyim mi diye düşündüm bir an. Hayır, henüz ulaşamamış değildir, hiçbir zaman da ulaşamayacak; çünkü bilindiği gibi bilgisayar zaten insan beyni örnek alınarak yapılmıştır. Bilgisayarları en çok kendi beynimizin kapasitesine çıkarabiliriz. Siz bakmayın birtakım bilimkurgu filmlerinde insanların emrini dinlemeyen bilgisayarlara, başına buyruk robotlara falan. ("Onlar kâğıt!" derlerdi ya eskiden çocuklara, filme kapılıp gidince. Tıpkı öyle.) Onlar film. Bizi bu yolla korkutmaya çalışan bir insanın beyninden çıkma hepsi. Öyleyse beynimizde tasarımlar var zaten. Bizim anımsamadığımız bir dönemde oraya kaydedilmiş durumda.

Peki, çağrışım ne? Çağrışım da bir sözcüğün bize anımsattıkları. Herhangi bir sözcük duyduğumuzda aklımıza onunla uzaktan yakından ilgili pek çok başka şey gelir ya, onlar işte. Bizim, "ağaç" sözcüğünü duyan kişimizin, "dal, yaprak, meyve, gölge, orman..." pek çok şeyi anımsaması... Bir sözcüğün anlamını bu sayede biliriz. Zihnimizde daha önceden yapılmış kayıtları vardır, o kayda bağlı, ona akraba kayıtlar... Sözcüğü duyduğumuzda tümünü birden anımsarız. Öyleyse nedir anlam?

ANLAM

Tasarım ve çağrışımların toplamıdır.


Felsefenin temel konularından biri olmuştur insanoğlunun nasıl öğrendiği. Yüzlerce yıl filozoflar bunu tartışmışlar. İnsan doğduğunda bir şeyler biliyor ve yeryüzü serüveni boyunca bunları anımsayıp öğrendiğini mi sanıyor; yoksa beynimiz boş bir levha halinde mi doğduğumuzda? Bilim el attıktan ve kesin sonuca ulaştırdıktan sonra felsefenin konusu olmaktan çıkar ya pek çok şey, "epistemoloji (bilgi kuramı)" için de böyle olmuş bu. Bilim, öğrenmenin beyinde DNA iplikçikleriyle oluşturulan bağlantılarla olduğunu bulduktan sonra felsefe bırakmış bu konunun peşini. Beyindeki bu faaliyet insanın gözlerine, bakışlarına bile yansır gerçekten, öğretmenseniz iyi bilirsiniz. forumuz.biz'den alınmıştır

Dersi dinleyen öğrencilere şöyle bir baktığınızda kimin anladığını kimin anlamadığını bakışlarından çıkarırsınız. Birtakım şeyleri sürekli ezberleyenlerin gözlerine baktığınızda da görebilirsiniz bu dediğimi. Çoğu bön bön bakar, gözlerinde trene bakan bir ineğinkinden daha fazla ışıltı, daha fazla parlaklık bulunmaz. Oysa öğrenmekte olan insanın gözleri ışıl ışıldır. Almakta olduğu bilgiyi eskileriyle ilişkilendirmiş ve yerli yerine oturtmuştur. Ezber ise bu söylediğimden tümüyle farklıdır. Ezber, bir bilgiyi hiçbir yere dayamadan beyinde tutmaya çalışmaktır; anlama ise o bilgiyi öncekilerle bağlantılandırmak. Dişçi bile, takma bir dişi sağındaki solundaki dişlere bağlar; yapıştırdığı yerde tek başına duramayacağını bilir. Sözü uzattım, kesiyorum. Biz yine sözcüğün anlamına dönelim.

Bir beyinde bir sözcükle ilgili kayıt yoksa o beyinden o sözcüğün anlamıyla ilgili bir tanım, bir bilgi çıkmaz. Sözgelimi ben şimdi size "mip" nedir, diye sorsam; sorduğum anda bir bilgisayarın "enter" tuşuna basılmış gibi zihniniz o zamana dek yapılmış tüm kayıtları gözden geçirecek ve böyle bir kayda rastlanmadığını size bildirecek. Üstelik bu işi, dünyanın en hızlı bilgisayarını hasedinden çatlatacak bir hızla yapacak. Öyle bir kayıt yok. Demek ki bu sözcüğün anlamını bilmiyorsunuz. Bilseniz çok şaşardım zaten; çünkü şimdi, yazarken uydurdum bu "sözcük"ü. Böyle bir sözcük yok. Ama mip yerine ev deseydim hemen bir ev resmi belirecekti gözünüzde ve evle ilgili "aile, yuva, eşya" vb. çağrışımlar. Bu sözcüğün anlamını da bunlardan çıkaracaktınız. Zihninizdeki tasarım ve çağrışımı birleştirip "içinde insanların yaşadığı yapı" diye anlamını söyleyiverecektiniz.






Şimdi de soyut ve somut anlamlı sözcüklerin ne olduğuna bakalım. Biliyorum, hepimizin zihninde "elimizle tutup gözümüzle gördüğümüz" diye bir ezber var. Bir sözcüğün somut anlamlı olup olmadığını anlamak için her seferinde gidip o varlığı ellememiz gerekmez. Beynimizde tasarım ve çağrışım yaptıran her kavram somut, bu kavramın karşılığı olan anlam da somut anlamdır. Biraz daha "somut" söylemeye çalışayım. Beş duyu organımızın herhangi biriyle algıladığımız bütün kavramlar somuttur. Sözgelimi "ses" sözcüğünü düşünün. Elimizle tutup gözümüzle görmüyoruz diye somut olmadığını mı düşüneceğiz? Olur mu? Fizikte başlı başına bir alandır, bir konudur ses.

Fizikte (metafizik sözcüğünü ve kavram alanını da anımsayarak) somut olanın ta kendisidir. Ben burada "limon" örneğini vermekten çok hoşlanırım. Özellikle de ballandırırım. Tahtaya "limon" yazıp tasarımını, çağrışımını belirledikten sonra "Bakın," derim öğrencilere. "Elimde limon falan yok. Oysa üç-beş tane limonu bir güzel yıkadıktan sonra, üstünde su damlacıklarıyla bir tabağa koyup buraya getirebilirdim ve gözünüzün önünde cırt diye kesip suyunu, birilerinize yalatarak eksiliğini gösterebilirdim size. Öyle yapmadığım halde ağzınız sulandı, değil mi?" Gerçekten de ben böyle ballandırarak (pardon, sulandırarak) anlattığımda, ben dahil, hepimizin ağzı sulanır. Ben de fırsat eğitimi yaratıp "Gördünüz mü?" derim. "Yalnızca sözcüğü duydunuz. Duyduğunuz anda beyninize uyarı gitti. Biliyor muydu beyniniz bu sözcüğü? Biliyordu. O kadar iyi biliyordu ki yalnız size anımsatmakla kalmadı; salgı bezlerinize kadar ulaştı bilgi; salgı bezleriniz su koyverdi." Böylece anlamın öyle uzaklarda bir yerlerde olmadığını, kafamızın içinde tarafımızdan aranmayı beklediğini söylemiş olurum onlara.


Dediğim gibi, tahtaya da çizerim şöyle:






Soyut anlama geçtiğimde de "aşk" ve "sevgi" sözcüklerini yazarım tahtaya.









Öğrencilerimiz hangi yaşta olurlarsa olsunlar, bu sözcükleri tahtada görmeye pek alışık değildirler; o yüzden dikkat kesilirler. Amacım bu fırsattan yararlanıp Türkçenin güzelliğini, zenginliğini göstermektir onlara; ama aşkı ve sevgiyi özellikle karşılaştırırım. En katışıksız sevginin anne sevgisi olduğunu, annelerinin nasıl da üstlerine titrediğini anlattıktan sonra aşka geçer, kimi gazete haberlerini anımsatırım. Adam sevgilisini 37 yerinden bıçaklıyor. "Niye yaptın?" diyorlar. "Âşıktım abi." diyor. Hani sevgi, korur gözetirdi! Aşk öldürüyor. Dahası, aşkın, öldürmenin bağışlanabilir nedeni olduğu düşünülüyor. "Öğrenmekte olduğunuz Batı dillerini düşünün," diyorum. "Aşk ve sevgi çoğunda aynı sözcükle ifade ediliyor. Oysa bunlar aynı kavramlar değil. Gördünüz mü Türkçenin zenginliğini?"

Bu arada, bizim, sevgilisini 37 yerinden bıçaklayan hayali âşığı anlatırken bir fırsat daha yaratıp simge (sembol) ile tasarım arasındaki farka da değinirim. "Aşk tasarım yapıyor mu?" diye sorup "Hayır!" yanıtını aldıktan sonra birkaç kişi mutlaka sağa sola çizilen kalp resimlerini anımsar. Onların aklına gelmezse ben getiririm. "Hani parklardaki banklara, ağaçlara kazınan kalpler vardır. Onlar ne peki?"forumuz.biz'den alınmıştır


Bizim hayali âşığa bir kez daha iş düşer. Daha âşık olmamış, âşık olacağı kişiyi arama dönemindedir. Hıdrellez gelmiştir. Hızır ile İlyas senede bir gün ya deniz kıyısında ya bir su kenarında buluşacaklardır. Hızır karadakilerin yardımına koşmakta olduğu için karadan, İlyas denizdekileri koruduğu için denizden gelecektir. İnsanlar da onların buluşma yerleri olacağını varsaydıkları yerlere, deniz kıyılarına, su kenarlarına koşmakta, "Biri görmezse öteki görür, dileğimi gerçekleştirir." diyerek kavuşmak istedikleri şeyleri çizmektedirler çakıl taşlarıyla. Ev isteyen ev resmi çizer kumların üstüne, araba isteyen araba resmi.

Peki bizim âşık adayımız ne çizecek? O yaşa gelmiş, adam gibi bir aşk yaşamamış. Nasıl anlatacak doğru dürüst bir aşk yaşamak istediğini? O da bir kalp resmi yapıyor. Çünkü başka türlü anlatamıyor. Tasarımı olsa istediği şeyin, onu çizecek; ama tasarımı yok. işte o yüzden bir simge buluyor o şeye, simgeyle anlatıyor. Demek ki neymiş? Hiçbir duyu organıyla algılayamadığımız kavramın anlamı soyuttur. Peki, temel anlam, mecaz anlam, gerçek anlam falan gibi sözler dolaşıyor ortalıkta. Onlar nedir?

TEMEL ANLAM (GERÇEK ANLAM)

Bir sözcüğün tek başına olduğu zamanki anlamı, ilk anlamıdır.


Bu "ilk" sözcüğünden, aklımıza ilk gelen anlam da anlaşılabilir, sözlükteki sıralamada " 1" numarayla gösterilmiş olan anlam da. İkisi de doğrudur. Merak eden, hatta etmeyen de (çünkü sözlük karıştırmak güzeldir, çok zevklidir) sözlüğe baksın. Anlamlar numaralanmıştır ve "1" numaralı anlam, daima temel anlamdır. Tanımın aklımıza ilk gelen bölümü de açıklama gerektirir. Herkesin aklına ilk o anlam niye gelsin? Ayrıca kimi sözcüklerin yan anlamları temel anlamlarından daha yaygın kullanılmaktadır. Bu ölçüte pek güvenemeyiz; ama, tek başına olduğu zamanki ölçütüne güvenebiliriz. Tek tek anımsadığımız sözcüklerin çoğunda temel anlam gelir aklımıza ilk.

Temel anlam somut da olabilir soyut da. Türkçede genellikle sözcükler somut anlamlıdır. Soyut anlamlı sözcüğümüz az olduğu için, temel anlamı somut sözcüklere soyut anlam yükleyerek (ki biraz sonra anlatacağım bu konuyu) karşılarız soyut kavramları. Bir halkın diline bakarak yaşamı nasıl algıladığı anlaşılabilir. Türkçeyi anadili olarak benimseyenler, dünyayı somut olarak algılamaktan hoşlananların soyundan gelmekte demek.

YAN ANLAM
Bir sözcüğün, başka sözcüklerle ilişkisi sayesinde kazandığı anlamların tümüdür.


Sözcüğün dilin içinde, kullanımda kazandığı anlamlardır bunlar. Hiçbir sözcük tek basınayken yan anlam kazanmaz. Yan anlamlar da somut ve soyut olabilir. Temel anlamı somut olan sözcüklerin ilk sıralardaki anlamları somut, sonrakiler soyut olur genellikle. Anlam, suya atılan bir taşın yarattığı halkalar gibi genişler. Taşın ilk değdiği nokta temel anlamdır. Bu anlam somutsa taşa en yakın halka, temel anlama da en yakın somut anlamdır. Merkezdeki temel anlamdan uzaklaşıldıkça anlam da soyutlaşır.

"Yem" sözcüğünü ele alalım şimdi. Temel anlamı nedir? Türk Dil Kurumu'nun 1983 baskılı Türkçe Sözlük'ünden bakarak yazıyorum:
Yem: 1. Hayvan yiyeceği. 2. Kuş ve balık tutmak için tuzağa bırakılan ya da oltaya takılan yiyecek ya da yiyecek görüntüsündeki nesne. 3. mec. Birini aldatabilmek için hazırlanmış düzen; kullanılan kimse ya da şey.

Fark etmişsinizdir, mecaz anlam diye ayrı bir başlık koymuyorum; çünkü onun da yan anlam kapsamında, yan anlamlardan biri sayılması gerektiğini düşünüyorum.

Burada "eşseslilik" ("sesteşlik") konusuna da biraz girelim. "Sesteş" sözcüklerle temel anlam-yan anlam ilişkisi karıştırılmamalı. Sesteş (adı üstünde) ortak seslerden kurulu sözcükler demek. Bu sözcükler arasında anlam ilişkisi aranmaz. Aransa da bulunmaz. Zaten aynı ya da yakın anlam söz konusu olsaydı bunların adı "sesteş" değil, "anlamdaş" olurdu. "Yüz" sözcüğünü düşünelim şimdi, ikisi ad (isim), ikisi eylem (fiil) olmak üzere dört ayrı "yüz" sözcüğü var.

Yüz (1): Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı ve bu sayıyı gösteren işaret, 100.
Yüz (2): Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat.
Yüz- (3): Kol, bacak, yüzgeç gibi organların özel hareketleriyle su yüzeyinde ya da su içinde ilerlemek, durmak.
Yüz- (4): Derisini çıkarmak, derisini soymak.

Bu sözcüklerin yukarıya aldığım anlamları temel anlam. 3. ve 4. "yüz" sözcüklerinin yanına koyduğum çizgi, bunların eylem kökü olduğunu göstermek üzere, bundan sonra da kullanacağımız bir işaret. Şimdiden alışmakta yarar var. Bu "yüz"ler, temel anlamlarına bağlı olarak yan anlam da kazanır mı? Elbette. İlki terim (matematik terimi, öyle ya!) olduğu için, terimlerle ilgili de bir bilgi sıkıştıralım bu araya. Terim, bilindiği gibi, bir bilim, sanat, meslek dalıyla ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan sözcüktür. O yüzden terimler pek fazla yan anlam kazanmaz.

Pek fazla, dedim; çünkü kazananları da vardır ve açıkçası özel bir alanda kullanılmak üzere sunulan sözcükler sınırlarını o alanın dışına taşırdıklarında dili zenginleştirir. Bu söylediğime örnek olarak "açı" sözcüğüne bakalım. Terim olmasının yanı sıra... "benim açımdan...", "bakış açısı"kullanımlarındaki gibi, "görüş, bakım, yön" gibi yan anlamlar kazanmıştır ve ne iyi etmiştir, öteki "yüz" sözcüklerinin temel anlamlarına bağlı olarak kazandıkları yan anlamları hepimiz biliyoruz. Ben yine de birini ele alıp açıklayayım. İkinci "yüz" sözcüğü, önce "suyun yüzü, yapının yüzü, yastığın yüzü, yorganın yüzü" gibi somut anlamlar kazandıktan sonra "Adam, yüzsüzün biri." tümcesindeki gibi soyut bir anlam kazanıyor. Öteki "yüz" sözcükleri için de durum bu. Demek her biri bağımsız birer sözcük. Tek şanssızlıkları y, ü, z sesleriyle ifade edilmiş olmaları. Birine "yüz", ötekine "züy" denseydi de olurdu; ama denmemiş. Sesteşlik yalnız Türkçede değil, bütün dillerde vardır. Hiçbir dil için yoksulluk işareti sayılmadığı gibi Türkçe için de sayılmamalıdır.forumuz.biz'den alınmıştır


Yukarıda terimlerle ilgili olarak söylediklerim, terim olmayan sözcükler için elbet bütünüyle geçerlidir. Yine de önce şu soruyu sormakta yarar var: Sözcüklerin yan anlam kazanması dil açısından olumlu mudur, olumsuz mu? Bunu sorup sınıflarda öğrencileri birbirine düşürmeyi çok severim. Birbiriyle çelişen yanıtlar verilebilir bu soruya. Bir sözcüğün pek çok yan anlamının bulunması, o sözcüğün anlam yönünden şişmesine, giderek kendi anlamını bile netlikle karşılayamamasına yol açabilir. Ancak, şu da düşünülmeli. Dünyada o kadar çok kavram var ki bu kavramların tümünü ayrı sözcüklerle karşılamaya kalksaydık milyonlarca değil, milyarlarca, belki trilyonlarca sözcüğümüz olurdu. Bu sözcükleri öğrenmeye ömrümüz yetmezdi. Ardımızdan, "Tam dili sökmek üzereydi, rahmetli oldu." denecek durumlara düşerdik. Bir dilin zenginliğini sözcük sayısıyla ölçme alışkanlığını biliyorsunuz. Doğru mu bu? "Türkçe, İngilizce kadar zengin bir dil değildir; çünkü İngilizcedeki sözcük sayısı şu kadar, Türkçedeki ise bu kadar." diye karşılaştırma yapanları çok duymuşuzdur. Ben sinir olurum böylelerine. Sanırsınız ki Türkçedeki bütün sözcükleri biliyorlar; ama bildikleri bu sözcükler anlatmak istedikleri derin anlamları iletmelerine yetmiyor. Besbelli hiç sözlük karıştırmamışlar, akıllarına takılan bir sözcük için sözlüğe baktıklarında bilmedikleri onlarca, yüzlerce sözcükle karşılaşmamışlar.

Önemli olan, dilin çok sayıda sözcüğe sahip olması değil, bütün anlamları karşılayacak olanağa sahip olup olmadığıdır. Eğer Türkçe, söylendiği gibi yoksul bir dil olsaydı dünyanın en zengin dili olduğu söylenen İngilizceyle yazılmış kitapların hiçbiri Türkçeye çevrilemezdi. Bu dediğim, "Türkçeyi zenginleştirmekten vazgeçelim." anlamına gelmiyor elbette. Ama dilimizle ilgili aşağılık kompleksinden kurtulalım. Türkçe sağlam bir dildir. O kadar sağlamdır ki yüzyıllarca yüzüne bakmadığımız halde yok olup gitmemiş, aramayı akıl ettiğimizde onu bıraktığımız sağlamlıkta bulabilmişiz. Osmanlı dönemini kastediyorum bunları söylerken. 600 yıl kısa bir süre sayılmaz, değil mi?

Düşünülürse Fransa'da romantizm akımı 40-50 yıl sürmüştür ve bu süre yalnız Avrupa'da değil, dünyada birçok şeyin eskisi gibi olmayacak kadar değişmesine yetmiştir. Biz bütün Osmanlı dönemi boyunca Türkçenin yüzüne bakmamışız; yazıdan, edebiyattan uzak tutup konuşma diline indirgemişiz onu; ama yanıldığımızı anladığımızda dipdiri bulmuşuz bıraktığımız yerde. Halk ozanlarının, halk hikayecilerinin desteğiyle elbette. Okuryazar takımının dışladığı Türkçeyi halk, dilinden hiç düşürmemiş o yüzyıllar süren unutkanlık süresince.

Toparlıyorum: Sözcükler sayılarının çokluğuyla zenginleştirmez dili, yüklendikleri yan anlamların çokluğuyla zenginleştirir. O zaman Türkçeyle ilgili soruyu şöyle soralım: Türkçe, sözcüklere yan anlam kazandırılma ölçütüne göre zengin bir dil midir? Değildir; çünkü usta şair ve yazarların üstlenmesi gereken yan anlam kazandırma işi, Türkçede halka bırakılmıştır. Halk elinden geleni yapmıştır; ama anlamı tek sözcükle karşılayamadığı durumlarda daha çok deyim uydurma yolunu seçmiştir. Peki, halkın yan anlam kazandırma yollan nelerdir? Halk hangi yöntemlerle yan anlam kazandırır sözcüklere?



Kaynak: www.diyemediklerim.com

Türkçe Hakkında İlginç Notlar

*Türkiye'den yapılan radyo televizyon yayınları etkisiyle Azerbaycanlı gençler artık Farsça "evet" anlamına gelen "beli" yerine "evet" demeye başlamışlar. Vaktiyle biz "vazife" diyorduk, onlar da "vazife" diyorlardı. "Görev" kelimesi kullanım alanına girmemiş olsa bile en azından duydukları zamanyadırgamıyorlar. Türkiye'deki alelade insan da Azerbaycanlı bir konuşucuyu on yıl öncesine göre daha rahat anlayabiliyor. Hatta Türkmenistanlı, Özbekistanlı konukları da daha rahat anlayabiliyor.


*Birleşmiş Milletler ve dünya İstatistik kuruluşlarının verdiği verilere göre dünyada yaygın kullanılan dilleri kullanış alanı ve amacına göre üç kategoride sınıflayabiliriz:

1. Dünyada en çok nüfus tarafından ana dil olarak kullanılan diller,
2. Dünyada en geniş coğrafi alanda kullanılan diller,
3. Dünyada bilimsel ve teknoloji alanda ticaret, haberleşme ve bilgi alışverişinde yaygın kullanılan diller.

Birinci gruptaki diller açısından sıralama Çince, Hinduca, İngilizce, İspanyolca, Rusça, Arapça ve diğerleri; ikinci kategoriye göre sıralama İngilizce, Çince, İspanyolca, Arapça, Türkçe, Hinduca; üçüncü kategoriye göre ise sıralamada başlıca Batı Avrupa Dilleri İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca ve Rusça yer almaktadır. Pasifik devletlerinden Japonya'nın hızla gelişen Çin'in dili de yakın bir geecekte bu kategoride yer alacaktır.

*Yabancı dil öğretimi için eğitim-öğretim dilinin mutlaka yabancı dilde olmasının gerekmediğini çarpıcı bir örnekle sunmak istiyorum. Skale dergisi 1993 yılı 1. sayısında yayınlanan "Sayılarla Avrupa Topluluğu" yazısında verilen bilgiye göre Avrupa topluluğunda 20-24 yaş arası gençlerin % 83'ü en az bir yabancı dile hakim, bu daha yaşlılarda % 50 civarında. Belçika, Hollanda, İsviçre gibi ülkelerde oran çok daha yüksek. Buna karşın Avrupa'da bütün orta öğrenim ve üniversite öğretimi kendi ana dillerinde yapılıyor. Diğer bir örnek, nüfusu sadece 10 milyon olan Macaristan'da bütün okullar Macarca, tek bir üniversite 1991 sonrası İngilizce açıldı, ama öğrencileri yabancı. Macarca ülke dışında hiçbir ülkede kullanılmadığı halde her konuda bizden çok daha fazla Macarca kitap basıyorlar ve her Macar da bir yabancı dil biliyor. SCI ce taranan dergilerde yayınlanan makalelerin ülkelere göre sıralamasında ilk 20 sırada yer alan ülkelerden yalnız Hindistan yabancı dilde öğretim yapıyor. Yani her ülke kendi dilinde öğretim yaparak bilim üretebiliyor, diller bilim üretimine engel değil.

*Sırf İstanbul'da İngilizce, Fransızca, Almanca İtalyanca eğitim yapan orta dereceli okulların sayısı 150'nin üzerende. Bütün ülkede ise özel okulların sayısı 1995 yılı itibariyle 871'dir. Eğer önlem alınmaz ve sınırlamaya gidilmezse üniversitelerimiz de bu yola girer. Eğitim çağında 15 milyon nüfusun tamamını böyle özel okullara göndermemiz mümkün olmadığından (14.300.000. toplam öğrencinin sadece 200.000'i özel okullara gidebilmektedir.) talep de devamlı kamçılandığından maalesef en seçme başarılı öğrenciler "Robert Kolej, Galatasaray Lisesi" başta olmak üzere yabancı dilde eğitim yapan okullara gönderiliyor ya da bu okulları tercihe zorlanıyor. Yabancı dilde öğretim yapan üniversiteler için de aynı durum sözkonusu. Böyle olunca bütün bu üstün yetenekli çalışkan, seçme öğrencileri alan okullar hem yabancı dilde hem de diğer sosyal ve fen derslerinde daha başarılı oluyorlar. Bu sonuç da biraz önce değindiğimiz genel kanaati oluşturuyor. Yani malzeme kaliteli olduğu için ürün de kaliteli oluyor. Önemli olan bir öğretim kurumunun öğrenci alırken hangi yüzde diliminden öğrenci aldığına bakılarak bu öğrencileri hangi yüzde diliminden mezun ettikleridir. Mezunlar ilk yüzde diliminden daha başarılı yüzdeye yerleştirilebiliyorsa o kurum başarılıdır.


*Tarihçi Jean-Paul Roux, ''Türklerin Tarihi'' adlı yapıtında ''Türklerle ilgili olarak kabul edilebilecek biricik tanım dilbilgisel olandır. … Türklerin dili çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğundan ilişkide bulundukları birçok insan topluluğu tarafından benimsenmiştir.'' diyor. Ünlü dilbilimciler, Türkçenin yetkinliğini ve kurallı oluş bakımından öteki dillerden üstünlüğünü övmüşlerdir.

*Max Müller, Türkçe hakkındaki görüşlerini şöyle açıklıyor: ''Türkçenin bir dilbilgisi kitabını okumak, bu dili öğrenmek niyetinde olanlar için bir zevktir.Türlü dilbilgisi kurallarının belirlenmesindeki ustalık, eylem çekimlerindeki düzenlilik, bütün dil yapısındaki saydamlık, kolayca anlaşılabilme niteliği, insan zekasının dil aracılığı ile beliren üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır…. Türk dilinde her şey saydamdır, apaçıktır.

*Jean Deny, ''Türk dili, seçkin bir bilginler kurulunun danışma ve tartışmaları sonucunda oluştuğu kanısını uyandırıyor. Fakat böyle bir kurul, Türkistan bozkırında kendi başına kalmış olarak ve kendi yasaları ya da kendi içgüdüleri itişiyle, insan beyninin yarattığı bu sonucu sağlayamazdı !'' demektedir.

*XIII. yüzyılda Cengiz Hanın Moğol İmparatorluğu, yaklaşık olarak, tüm Türk Dünyasını egemenliği altında toplamıştır. Moğol İmparatorluğunun, devlet dili olarak Uygur Türkçesini ve Uygur yazısını kullanmıştır.


* Türk dilinin büyüleyici etkisi kendini göstererek, Türkçe, Anadoluda hızla yaygınlaşan halk dili olur. Moğol işbirlikçisi Anadolu Selçuklusu sultanlarının egemenliğine başkaldıran Türkmen beyi Karamanoğlu Mehmet Bey'in Konyayı ele geçirip Siyavuş'u Selçuklu sultanı yapması, Türk dili için mutlu bir olay olur: Karamanoğlu Mehmet Bey, 19 Mayıs 1277'de ünlü fermanını yayınlar: ''Bugünden sonra divanda, dergahta, mecliste ve meydanda Türkçeden gayrı dil konuşulmayacaktır! ''. Türkçenin bu bağımsızlık bildirgesiyle, Moğolların ilerlemesini durdurmuş olan '' külahlı, ayağı çarıklı ve kara kilimli Türkmenler'', Farsçayı benimsetmeye çalışan ''Rumi'' adı takınmış Selçuklulara karşı bir dil yengisi kazanmışlardır.

*Yunus ,Mevlana'nın Mesnevisini okuduğunda çok uzun ve belki biraz da Farsça yazılmış olmasını beğenmeyerek, bu Mesnevinin yerine:
''Ete kemiğe büründüm
Yunus deyi göründüm.''

beytini önermesi, Türkçeyi sevenler için etkileyicidir. Yunus'un şiirleri yüzyılardan beri Türklerin belleğinde yaşamaktadır. Günümüzde Birleşmiş Milletler yapısının girişinde duvara yazılan :
Gelin kardeş olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz

dörtlüğü ile Yunus Emre güzel Türkçe ve insancıllık dersi vermektedir.


*Karacaoğlan, Dadaloğlu, Köroğlu, Kaygusuz Abdal ve daha nice Türk halk ozanları koşmalar, koçaklamalar söyleyerek Türk dilinin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Osmanlı şairlerinden daha özgün, daha kalıcı olmuşlardır. Örneğin en ünlü Osmanlı şairleri, Karacaoğlan'ın ''Çukurova bayramlığın giyerken / Çıplaklığın üzerinden soyarken / Şubat ayı kış yelini kovarken / Cennet demek sana yakışır dağlar'' dörtlüsü ile başlayıp ''Karacaoğlan size bakar sevinir / Sevinirken kalbi yanar göğünür / Kımıldanır hep dertleri devinir / Yas ile sevinci yıkışır dağlar'' dörtlüsü ile biten koşmasındaki özgün doğa betimlemesinin düzeyine ulaşamamışlardır . Bu koşmadaki anlatım akıcılığı ve sözcük zenginliği, Türkçenin gücünü ortaya koymaktadır.


* I. Abdülhamit'in tahta geçmesi sonrasında Anayasanın (Kanun-u Esasi) hazırlanmasında dil sorunu ortaya çıktı: Geniş Osmanlı topraklarından Meclise gelecek temsilciler hangi dil ile konuşacaktı? Batı, yüzyıllar önce tek bir ulusal dili egemen kılıp geliştirerek böyle bir sorunla karşılaşmamıştı. Uzun tartışmalardan sonra -azınlıkların tepkileri de yatıştırılarak- Anayasanın 18. Maddesine Osmanlı Devletinin resmi dilinin Türkçe olduğuna ve devlet hizmetlerine gireceklerin bu dili bilmesinin gerektiğine ilişkin hüküm konuldu. II.Abdülhamit'in Meclisi kapattıktan sonra uyguladığı ağır sansür, dili kapsamadığından, aydınların Türkçeyi geliştirme çabaları kesintiye uğramamıştır. II. Abdülhamit, sadrazamlığa atadığı Türkçe bilmeyen Çerkez Hayrettin Paşanın telkini ile devletin resmi dilinin Arapça olmasını istemiş ise de, Sait Paşa'nın ''Devlet dili Arapça olursa Türklük ortadan kalkar'' diyerek karşı çıkması üzerine, bu isteğinden vazgeçmiştir.


*Osmanlı döneminde, tıp, mühendislik ve askerlik terimlerinin Batı dillerinden Osmanlıcaya çevrilmesi görüşü egemendi. Ancak terim türetmede Türkçe sözcüklerden değil de Arapça ve Farsça sözcüklerden yararlanılmakta idi. Bu "takıntıyla" kimi zaman gülünçlüklere düşülürdü.Örneğin Osmanlının İtalyadan satın aldığı topların üzerinde ''Balliemez'' damgası bulunduğu için, bu toplar Türkler arasında ''Balyemez Topu'' diye adlandırılmıştı. Ancak Osmanlının bilgiç okumuşları, bu toplara Türkçe bir ad konulduğunu sanarak, Türkçe sözcükleri aşağılık sayıp Türkçeyi bilimsel ürünleri adlandırmaya yakıştıramadıklarından, Türkçe ''Balyemez'' sözcüğünü, yarısı Arapça yarısı Farsçaya çevirerek ''Asalnemihored'' yapmıştı. ''Asal'', Arapça "bal", ''Nemi-hored'' ise Farsça "yemez" anlamına geliyordu


*Abece sorununu, Atatürk ''Bizim ahenkli zengin dilimiz Yeni Türk Harfleriyle kendini gösterecektir.'' diyerek, 3 Kasım 1928 tarihinde Mecliste kabulünü sağladığı yasayla, Latin harflerine dayanan Türk abecesini dilimize kazandırmıştır.


*Hint-Avrupa ve Sami dillerine göre Türkçenin sözcük ve bu arada bilim terimleri türetmede önemli bir üstünlüğü vardır. Prof. Doğan Aksan'ın ''Türkçenin Gücü'' yapıtında açıklandığı üzere, Türkçemiz bu özelliği ile benzersiz üstünlüğe sahiptir. Bu yapıtta ''sür-'' kökünden, yalnızca Türkiye Türkçesinde 100 kadar türetilmiş sözcük örneği verilmiştir.

*1936 yılında Kahire'de toplanan Arap dil kurultayı, Türkçe kökenli 3600 kadar sözcüğü Arapça sözlükten çıkarmıştır. Çıkarılan bu sözcükler arasında ''sarık'' sözcüğü de vardır.

*12 Eylül Darbesi sonrası, dilde geriye dönüş zorlamalarına girilmiş, kimi öz Türkçe sözcüklerin kullanılması Yönetim Buyruğuyla yasaklanmıştır. Bu sözcükler arasında ''devrim'' ve dönemin devlet başkanı Kenan Evren'in soyadı olan ''evren'' sözcüğü bile bulunmakta idi.

26 Nisan 2008 Cumartesi

Noktalama İşaretleri

Duygu ve düşünceleri daha açık ifade etmek, cümlenin yapısını ve duraklama noktalarını belirlemek, okumayı ve anlamayı kolaylaştırmak, sözün vurgu ve ton gibi özelliklerini belirtmek üzere kullanılan işaretlere noktalama işaretleri denir.



Nokta ( . )

1. Cümlenin sonuna konur: Türk Dil Kurumu, 1932 yılında kurulmuştur.

Artık o, ne üniformalı bir başkumandan, ne fraklı ve beyaz kravatlı bir devlet başkanıydı.

(Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama)

Saatler geçtikçe yollara daha mahzun bir ıssızlık çöküyordu.

(Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu)

Ancak, duraklamanın daha az yapıldığı sıralı cümlelerde nokta yerine virgül veya noktalı virgül konur: At ölür, meydan kalır; yiğit ölür, şan kalır.

2. Kısaltmaların sonuna konur: Alb. (albay), Dr. (doktor), Yard. Doç. (yardımcı doçent), Prof. (profesör), Cad. (cadde), Sok. (sokak), s. (sayfa), sf. (sıfat), vb. (ve başkaları, ve benzerleri, ve bunun gibi); T. (Türkçe), Alm. (Almanca), Ar. (Arapça), Far. (Farsça), Fr. (Fransızca), İng. (İngilizce), Lât. (Lâtince) (bk. Kısaltmalar).

Ancak, bazı kısaltmalarda nokta kullanılmaz: TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi), TDK (Türk Dil Kurumu); KB (Kutadgu Bilig), TD (Türk Dili); B (batı), D (doğu), GB (güneybatı), GD (güneydoğu); m (metre), cm (santimetre), g (gram), kg (kilogram), l (litre), hl (hektolitre); C (karbon), Fe (demir) (Ayrıntı için bk. Kısaltmalar).

3. Sayılardan sonra sıra bildirmek için konur: 3. (üçüncü), 15. (on beşinci), IV. (dördüncü); II. Mehmet, XIV. Louis, XV. yüzyıl; 2. Cadde, 20. Sokak (bk. Sayıların yazılışı 6).

UYARI: Cadde ve sokak numaralarında nokta mutlaka kullanılmalıdır. Nokta kullanılmadığı takdirde yukarıdaki örneklerden 2 adet cadde, 20 adet sokak anlaşılır.

4. Bir yazının maddelerini gösteren rakam veya harflerden sonra konur:

I. 1. A. a.
II. 2. B. b.
5. Tarihlerin yazılışında gün, ay ve yılı gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur: 29.5.1453, 29.X.1923.

Tarihlerde ay adları yazıyla da yazılabilir. Bu durumda ay adlarından önce ve sonra nokta kullanılmaz: 29 Mayıs 1453, 29 Ekim 1923.

6. Saat ve dakika gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur: Tren 09.15'te kalktı.

Tören 17.30'da, hükûmet daireleri kapandıktan yarım saat sonra başlayacaktır. (Tarık Buğra)

7. Arka arkaya sıralanan virgülle veya çizgiyle ayrılan rakamlardan sadece sonuncu rakama nokta konur: 3, 4 ve 7. maddeler; XII – XIV. yüzyıllar arasında.

8. Bibliyografik künyelerin sonuna konur:

Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara 1960.

9. Üçlü gruplara ayrılarak yazılan büyük sayılarda gruplar arasına konur: 16.551.000, 22.465.660. Gruplara ayrılan sayılarda nokta kullanılmaması da mümkündür (bk. Sayıların yazılışı 4).

10. Matematikte çarpma işareti yerine kullanılır: 4.5 = 20




Virgül ( , )

1. Birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelime ve kelime gruplarının arasına konur:

Fırtınadan, soğuktan, karanlıktan ve biraz da korkudan sonra bu sıcak, aydınlık ve sevimli odanın havasında erir gibi oldum.

(Halide Edip Adıvar, Kalp Ağrısı)

Sessiz dereler, solgun ağaçlar, sarı güller

Dillenmiş ağızlarda tutuk dilli gönüller

(Faruk Nafiz Çamlıbel)

2. Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur: Bir varmış, bir yokmuş.

Umduk, bekledik, düşündük.

(Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

Fakat yol otomobillere yasak olduğundan o da herkes gibi tramvaya biner, kimse kendisine dikkat etmez.

(Falih Rıfkı Atay, Denizaşırı)

3. Cümlede özel olarak vurgulanması gereken ögelerden sonra konur:

Binaenaleyh, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir noktainazardan istifade ederiz.

(Mustafa Kemal Atatürk)

4. Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan ögeleri belirtmek için konur:

Saniye Hanımefendi, merdivenlerde oğlunun ayak seslerini duyar duymaz, hasretlisini karşılamaya atılan bir genç kadın gibi, koltuğundan fırlamış ve ona kapıyı kendi eliyle açmaya gelmişti.

(Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama)

5. Cümle içinde ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için konur:

Örnek olsun diye, örnek istemez ya, söylüyorum.

Şimdi, efendiler, müsaade buyurursanız, size bir sual sorayım.

(Mustafa Kemal Atatürk)

6. Anlama güç kazandırmak için tekrarlanan kelimeler arasına konur:

Akşam, yine akşam, yine akşam,

Göllerde bu dem bir kamış olsam!

(Ahmet Haşim)

Kopar sonbahar tellerinden

Derinden, derinden, derinden

Biten yazla başlar keder musikisi

(Yahya Kemal Beyatlı)

Ancak, ikilemelerde kelimeler arasına virgül konmaz: akşam akşam, yavaş yavaş, bata çıka, koşa koşa.

7. Tırnak içinde olmayan aktarma cümlelerden sonra konur: Datça'ya yarın gideceğim, dedi.

– Bugünlük bu kadar her gün üç mermi, diye düşündü.

(Tarık Buğra, Küçük Ağa)

8. Konuşma çizgisinden önce konur:

Hatta bahçede gezen hanımefendi bile işin farkına varıp,

– Nen var senin çocuğum, diye sormak zorunda kaldı.

(Haldun Taner, Hikâyeler)

9. Kendisinden sonraki cümleye bağlı olarak ret, kabul ve teşvik bildiren hayır, yok, yoo, evet, peki, pekâlâ, tamam, olur, hayhay, baş üstüne, öyle, haydi, elbette gibi kelimelerden sonra konur: Peki, gideriz. Olur, ben de size katılırım. Hayhay, memnun oluruz. Haydi, geç kalıyoruz.

Evet, kırk seneden beri Türkçe merhale merhale Türkleşiyor.

(Yahya Kemal Beyatlı)

— Yoo, güvercinlerime dokunmayınız, dedi.

(Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

10. Bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelime veya kelime gruplarıyla yapı ve anlam bakımından bağlantısı olmadığını göstermek için kullanılır:

Bu, tek gözlü, genç fakat ihtiyar görünen bir adamcağızdır.

(Halit Ziya Uşaklıgil, İzmir Hikâyeleri)

Bu gece, eğlenceleri içlerine sinmedi.

(Reşat Nuri Güntekin, Bir Kadın Düşmanı).

11. Hitap için kullanılan kelimelerden sonra konur:

Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele, müsademe demektir.

(Mustafa Kemal Atatürk)

Sayın Başkan,

Sevgili kardeşim,

Değerli arkadaşım,

12. Yazışmalarda, başvurulan makamın adından sonra konur:

Türk Dil Kurumu Başkanlığına,

13. Yazışmalarda, yer adlarını tarihlerden ayırmak için konur:

Kuşadası, 7 Şubat (Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu)

14. Sayıların yazılışında, kesirleri ayırmak için konur: 38,6 (otuz sekiz tam, onda altı), 25,33 (yirmi beş tam, yüzde otuz üç), 0,45 (sıfır tam, yüzde kırk beş) (bk. Sayıların yazılışı 5).

15. Bibliyografik künyelerde yazar, eser, basım evi vb. maddelerden sonra konur:

Falih Rıfkı Atay, Tuna Kıyıları, Remzi Kitap Evi, İstanbul 1938.

Yazarın soyadı önce yazılmışsa soyadından sonra da virgül konur:

Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Ankara 1958.

UYARI: Metin içinde ve, veya, yahut bağlaçlarından önce de, sonra da virgül konmaz:

Nihat sabaha kadar uyuyamadı ve şafak sökerken Faik'e bol teşekkürlerle dolu bir kâğıt bırakarak iki gün evvelki cephe dönüşü kıyafeti ile sokağa fırladı. (Peyami Safa, Mahşer)





Noktalı virgül ( ; )

1. Cümle içinde virgüllerle ayrılmış tür veya takımları birbirinden ayırmak için konur: Erkek çocuklara Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan; kız çocuklara ise İnci, Çiçek, Gönül, Yonca adları verilir.

2. Ögeleri arasında virgül bulunan sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur: Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyor; bağırmak, kahkahalar atmak, ağlamak istiyorum. Sabahtan beri bekliyorum; ne gelen var, ne giden. İş işten geçti; artık gelse de olur, gelmese de.

3. Virgülle ayrılmış örnekleri farklı örneklerden ayırmak için konur: Türkiye, İngiltere, Azerbaycan; İstanbul, Londra, Bakû.

4. Kendilerinden evvelki cümleyle ilgi kuran ancak, yalnız, fakat, lâkin, çünkü, yoksa, bundan dolayı, binaenaleyh, sonuç olarak, bununla birlikte, öyleyse vb. cümle başı bağlaçlarından önce konur:

Halis bir şiir fena okunabilir; lâkin sahte bir şiir iyi okunamaz.

(Yahya Kemal Beyatlı)

Bir millet ordusunu kaybedebilir, bağımsızlığını da kaybedebilir; fakat dilini sakladıkça o millet yaşıyor demektir.

(Nihal Atsız, Türk Ülküsü)

* * *

Sıralı cümleler arasında ancak, fakat, çünkü vb. cümle başı bağlayıcılarından önce yazar, araya nokta, virgül, noktalı virgül koymakta serbesttir. Bu husus, yazarın üslûptaki tercihiyle ilgilidir.







İki nokta ( : )

1. Kendisinden sonra örnek verilecek cümlenin sonuna konur: Millî Edebiyat akımının temsilcilerinden bir kısmını sıralayalım: Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip Yöntem.

Yeni harfler alındıktan sonra eski yazı ile bir tek kelime bile yazmayan iki kişi görmüşümdür: Atatürk ve İnönü!

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya)

– Buğdayla arpadan başka ne biter bu topraklarda?

Ziraatçı sayar:

– Yulaf, pancar, zerzevat, tütün...

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya)

2. Kendisinden sonra açıklama yapılacak cümlenin sonuna konur:

Bu kararın istinat ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi: Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.

(Mustafa Kemal Atatürk)

Kendimi takdim edeyim: Meclis kâtiplerindenim.

(Falih Rıfkı Atay, Denizaşırı)

Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;

Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük. (Yahya Kemal Beyatlı)

3. Kütüphanecilik alanında yazar adı ile eser başlığı arasına konur: Yahya Kemal Beyatlı: Kendi Gök Kubbemiz, Falih Rıfkı Atay: Çankaya, Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Yaban, Faruk Nafiz Çamlıbel: Bir Ömür Böyle Geçti (bk. Virgül 15).

4. Ses biliminde uzun ünlüyü göstermek için kullanılır: a:ile, ka:til, usu:le, i:cat.

5. Edebî eserlerdeki karşılıklı konuşmalarda, konuşan kişinin adından sonra konur:

Bilge Kağan: Türklerim, işitin!
Üstten gök çökmedikçe
altan yer delinmedikçe
ülkenizi, törenizi kim bozabilir sizin?
Koro : Göğe erer başımız
başınla senin !
Bilge Kağan: Ulusum birleşip yücelsin diye
gece uyumadım, gündüz oturmadım.
Türklerim Bilge Kağan der bana.
Ben her şeyi onlar için bildim.
Nöbetteyim !
(A. Turan Oflazoğlu, Anıtkabir)

6. Matematikte bölme işareti olarak kullanılır: 56:8=7, 100:2=50.



Üç nokta ( ... )

1. Tamamlanmamış cümlelerin sonuna konur:

Ne çare ki, çirkinliği hemencecik ve herkes tarafından görülüveriyordu da, bu yanı...

(Tarık Buğra, Dönemeçte)

2. Kaba sayıldığı için veya bir başka sebepten ötürü açıklanmak istenmeyen kelime ve bölümlerin yerine konur: Kılavuzu karga olanın burnu b...tan çıkmaz.

B..., 7 Nisan (Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu)

Arabacı B...'a yaklaştığını söylüyor, ikide bir fırsat bularak arabanın içine doğru başını çeviriyordu.

(Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur)

3. Alıntılarda; başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine konur:

Mümtaz, bu dükkâna bakarken hiç farkında olmadan Mallarmé'nin mısraını hatırladı: "Meçhul bir felâketten buraya düşmüş..."

(Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur)

Alınmayan kelime ve bölümlerin yerine yay ayraç içinde üç nokta konması da mümkündür.

4. Sözün bir yerde kesilerek geri kalan bölümün okuyucunun muhayyilesine bırakıldığını göstermek veya ifadeye güç katmak için konur:

Karşı sahilde mor, fark olunmaz sisler altındaki dağlar, korular, beyaz yalılar... Ve bütün bunların üzerinde bir esatir rüyasının havaî hakikati gibi uçan martı sürüleri...

(Ömer Seyfettin, Bahar ve Kelebekler)

Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...

(Faruk Nafiz Çamlıbel, Han Duvarları)

Sana uğurlar olsun... Ayrılıyor yolumuz!

(Faruk Nafiz Çamlıbel, Sanat)

Binaenaleyh, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir noktainazardan istifade ederiz. O noktainazar şudur: Türk milletini, medenî cihanda, lâyık olduğu mevkie is'at etmek ve Türk cumhuriyetini sarsılmaz temelleri üzerinde, her gün, daha ziyade takviye etmek...

(Mustafa Kemal Atatürk)

5. Ünlem ve seslenmelerde anlatımı pekiştirmek için konur:

Gölgeler yaklaştılar. Bir adım kalınca onu kıyafetinden tanıdılar:

— Koca Ali... Koca Ali, be!...

(Ömer Seyfettin, Diyet)

6. Karşılıklı konuşmalarda, yeterli olmayan, eksik bırakılan cevaplarda kullanılır:

— Yabancı yok!
— Kimsin?
— Ali...
— Hangi Ali?
— ...
— Sen misin, Ali usta?
— Benim!...
— Ne arıyorsun bu vakit buralarda?
— Hiç...
— Nasıl hiç? Suya çekicini mi düşürdün yoksa !...
— !...

(Ömer Seyfettin, Diyet)

UYARI: Türk yazımında iki nokta yan yana kullanılmaz.







Soru işareti ( ? )

1. Soru bildiren cümle veya sözlerin sonuna konur:

Ne zaman tükenecek bu yollar, arabacı?

(Faruk Nafiz Çamlıbel, Yolcu ile Arabacı)

Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

(Ahmet Haşim, Merdiven)

Atatürk bana sordu:

— Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz?

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya)

Soru, vurguyla belirtildiği zaman da soru işareti kullanılır:

Gümrükteki memur başını kaldırdı:

— Adınız?

Soru bildiren cümle veya sözlerde bazen cevabın ne olacağı sözün gelişinden belli olur. Bu tür cümle ve sözlerin sonunda da soru işareti kullanılır: Haksız mıyım? Liderler içinde Atatürk gibisi var mı?

Yoksa bu sözümde yalan var mı?

(Bilge Kağan)

2. Bilinmeyen yer, tarih vb. durumlar için kullanılır: Yunus Emre (1240?-1320), (Doğum yeri: ?).

Türk halk felsefesinin, Türk nükteciliğinin ve mizah dehasının büyük mümessili Nasreddin Hoca da (Hâce Nasirüddin) bu asırda yaşamıştır (1208 ?-1284).

(Türk Dünyası El Kitabı)

3. Bir bilginin şüpheyle karşılandığı veya kesin olmadığı durumlarda yay ayraç içinde soru işareti kullanılır:

Ankara'dan Konya'ya 1,5 (?) saatte gitmiş.

1496 (?) yılında doğan Fuzulî ...

UYARI : mı / mi eki -ınca / -ince anlamında zarf-fiil işleviyle kullanıldığı zaman soru işareti konmaz: Akşam oldu mu sürüler döner. Hava karardı mı eve gideriz.

Alp Er Tonga öldi mü

Esiz ajun kaldı mu

Ödlek öçin aldı mu

Emdi yürek yırtılur.

Bahar gelip de nehir çağıl çağıl kabarmaya başlamaz mı içimi geri kalmış bir saat huzursuzluğu kaplardı.

(Haldun Taner, Onikiye Bir Var)

UYARI : Soru ifadesi taşıyan sıralı ve bağlı cümlelerde soru işareti en sona konur:

Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?

Üsküdar'dan mı, Hisar'dan mı, Kavaklar'dan mı?

(Yahya Kemal Beyatlı)

Ruhunu karartan neydi, yağmur mu yağıyordu; yoksa şimşekler mi çakıyordu?







Ünlem işareti ( ! )

1. Sevinç, kıvanç, acı, korku, şaşma gibi duyguları anlatan cümlelerin sonuna konur:

Ne mutlu Türküm diyene! (Mustafa Kemal Atatürk)

Gurbet o kadar acı

Ki ne varsa içimde

Hepsi bana yabancı

Hepsi başka biçimde!

(Kemalettin Kâmi Kamu)

Hava ne kadar da sıcak!

Aşkolsun!

Ne kadar akıllı adamlar var!

2. Seslenme, hitap ve uyarı sözlerinden sonra konur:

Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir, ileri!

(Mustafa Kemal Atatürk)

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. (Mustafa Kemal Atatürk)

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle! (Yahya Kemal Beyatlı)

Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar,

Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!

(Faruk Nafiz Çamlıbel)

Dur, yolcu! Bilmeden gelip bastığın

Bu toprak bir devrin battığı yerdir.

(Necmettin Halil Onan)

Ünlem işareti, seslenme ve hitap sözlerinden hemen sonra konulabileceği gibi cümlenin sonuna da konabilir:

Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken

Sana uğurlar olsun... Ayrılıyor yolumuz!

(Faruk Nafiz Çamlıbel)

3. Bir söze alay, kinaye veya küçümseme anlamı kazandırmak için ayraç içinde ünlem işareti kullanılır:

İsteseymiş bir günde bitirirmiş (!) ama ne yazık ki vakti yokmuş (!)

Adam, akıllı (!) olduğunu söylüyor.







Kısa çizgi ( - )

1. Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonuna konur:

Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi bilmem. Havuzun suyu bulanık. Kapının saatleri 12'yi geçmiş. Kanepelerde kimseler yok. Tramvay ne fena gıcırdadı! Tramvaydaki adam bir tanıdık mı idi acaba? Ne diye öyle dönüp dönüp baktı? Yoksa kimseciklerin oturmadığı kanepelerde bu saatte pek başıboşlar mı oturur?

(Sait Faik Abasıyanık, Havuz Başı)

2. Ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için kullanılır: Örnek olsun diye -örnek istemez ya- söylüyorum.

3. Dil bilgisinde kökleri ve ekleri ayırmak için konur: al-ış, dur-ak, Dur-sun, Dur-muş, gör-gü-süz-lük.

4. Dil bilgisinde fiil kök ve gövdelerini göstermek için kullanılır: al-, dur-, gör-, ver-; başar-, kana-, okut-, taşla-, yazdır-.

5. Dil bilgisinde eklerin başına konur: -den, -lık, -ış, -ak.

6. Dil bilgisinde heceleri göstermek için kullanılır: a-raş-tır-ma, bi-le-zik, du-ruş-ma, ku-yum-cu-luk, ya-zar-lık, prog-ram.

7. Eski harfli metinlerin yeni yazıya aktarılmasında Arapça ve Farsça kurallara göre yapılmış tamlamaların, birleşik ve türemiş kelimelerin ögelerini ayırmak için kullanılır: dârü'l-fünûn, resm-i geçit, resm-i kabûl, Cemiyet-i Akvâm, Hâkimiyet-i Milliye, Servet-i Fünûn, hokka-bâz, âteş-perest, menfaat-perest, bî-bedel, nâ-mağlûb, fî-sebîlillâh, min-tarafillâh, bilâ-ücret.

8. Kelimeler arasında “-den...-a, ve, ile, ilâ, arasında” anlamlarını vermek üzere kullanılır: Türkçe-Fransızca Sözlük, Aydın-İzmir yolu, Ankara-İstanbul uçak seferleri, Türk-Alman ilişkileri, Ural-Altay dil grubu, 09.30 - 10.30, Beşiktaş-Fenerbahçe karşılaşması, Manas Destanı'nda soy-dil-din üçgeni, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, 1995-1996 öğretim yılı.

9. Bazı terim ve kuruluş adlarında kelimeler arasına konur: sıfat-fiil, zarf-fiil; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi.

10. Yabancı özel adlarda ve henüz dilimize mal olmadığı için özgün imlâlarıyla yazılan yabancı kelimelerde kullanılır: Joliot-Curie, Lévy-Bruhl, Saint-Gotthard, Sainte-Beuve, Boulogne-sur-Mer, Bouches-du-Rhône, Salins-les-Bains, by-pass, check-up, Aix-en-Provence.

11. Adres yazarken semt ile şehir arasına konur: Kurtuluş - ANKARA

12. Matematikte çıkarma işareti olarak kullanılır: 50 - 20 = 30







Uzun çizgi (—)

Yazıda satır başına alınan konuşmaları göstermek için kullanılır. Buna konuşma çizgisi de denir.

Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:

“Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?”

Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,

Dedi:

— Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!

(Faruk Nafiz Çamlıbel, Han Duvarları)

Frankfurt'a gelene herkesin sorduğu şunlardır:

— Eski şehri gezdin mi?

— Rothshild'in evine gittin mi?

— Goethe'nin evini gezdin mi?

(Ahmet Haşim, Frankfurt Seyahatnamesi)

— Yoo, güvercinlerime dokunmayınız, dedi.

(Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

Oyunlarda uzun çizgi konuşanın adından sonra konabilir:

Sıtkı Bey — Oğlum ben kalenin teslimini düşünmüyorum. Kurtarmağa bir çare arıyorum. Kalenin teslimini düşünen seninle müzakere etmez a!

İslâm Bey — Kurtarmağa çare... Kavga ederiz... Ölürüz... Teslim olmayız...

Sıtkı Bey — Kaleyi kurtarmak için daha güzel bir çare var. Gerçekten ölecek adam ister.

İslâm Bey — Ben daha ölmedim.

(Namık Kemal, Vatan yahut Silistre)

UYARI : Konuşmalar tırnak içinde verildiği zaman uzun çizgi kullanılmaz.








Eğik çizgi ( / )

1. Şiirlerden yapılan alıntılarda, mısraların yan yana yazılması gereken durumlarda mısraları belirlemek için kullanılır: Ne sen, ne ben / Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ / Ne de âlâm-ı fikre bir mersâ / Olan bu mâî deniz / Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz. (Ahmet Haşim, O Belde)

2. Adres yazarken apartman numarası ile daire numarası arasına konur: Altay Sokağı, Nu.: 21/6

3. Adres yazarken semt ile şehir arasına konur: Altay Sokağı, Nu.: 21/6 Kurtuluş / ANKARA

4. Dil bilgisinde eklerin farklı şekillerini göstermek için kullanılır: -a/-e, -an /-en, -lık /-lik, -madan /-meden.

5. Bölme işareti olarak kullanılır: 70 /2 = 35








Tırnak işareti ( “...” )

1. Başka bir kimseden veya yazıdan olduğu gibi aktarılan sözler tırnak içine alınır: Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin ön cephesinde Atatürk'ün “Hayatta en hakikî mürşit ilimdir.” vecizesi yer almaktadır. Ulu önderin “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü her Türk'ü duygulandırır.

Bakınız, şair vatanı ne güzel tarif ediyor:

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.

Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”

UYARI : Aynen alınmayan söz ve yazılar tırnak içinde gösterilmez.

UYARI : Tırnak içindeki alıntının sonunda bulunan işaret (nokta, soru işareti, ünlem işareti vb.) tırnak içinde kalır: “Akıl yaşta değil baştadır.” atasözü yüzyılların tecrübesinden süzülüp gelen bir gerçeği ifade etmiyor mu?

“İzmir üzerine dünyada bir şehir daha yoktur!” diyorlar.

(Yahya Kemal Beyatlı)

UYARI : Uzun alıntılarda her paragraf ayrı ayrı tırnak içine alınır.

2. Özel olarak belirtilmek istenen sözler tırnak içine alınır: Yeni bir “barış taarruzu” başladı.

Özel olarak belirtilmek istenen sözler tırnak içine alınmadan koyu yazılarak veya altı çizilerek de gösterilebilir.

Höyük sözü Anadolu'da tepe olarak geçer.

3. Kitapların ve yazıların adları ve başlıkları tırnak içine alınır:

Yahya Kemal'in bazı şiirleri “Kendi Gök Kubbemiz” adı altında çıktı.

(Ahmet Hamdi Tanpınar)

“İmlâ Kuralları” bölümünde bazı uyarılara yer verilmiştir.

Kitapların ve yazıların adları ve başlıkları tırnak içine alınmaksızın koyu yazılarak veya eğik yazıyla (italik) dizilerek de gösterilebilir:

Cahit Sıtkı'nın Şairin Ölümü şiirini Yahya Kemal çok sevmişti.

(Ahmet Hamdi Tanpınar)

Bugünün gençleri Dar Kapı'yı okumalıdırlar. (Ahmet Hamdi Tanpınar)

UYARI : Tırnak içine alınan sözlerden sonra kesme işareti kullanılmaz: Yahya Kemal’in “Kendi Gök Kubbemiz”i okudunuz mu?








Tek tırnak işareti ( ‘...’ )

1. Tırnak içinde verilen ve yeniden tırnağa alınması gereken bir sözü belirtmek için kullanılır: Edebiyat öğretmeni “Şiirler içinde ‘Han Duvarları’ gibisi var mı?” dedi ve Faruk Nafiz'in bu güzel şiirini okumaya başladı.

“Şinasi'nin ‘safi Türkçe’ ile yazdığını söylediği şiirlerden sonra vardığı bu konuşulan dil fikri şüphesiz ki ondan gelen en büyük kazancımızdır.”

(Ahmet Hamdi Tanpınar)

2. Dil yazılarında verilen örneğin anlamını göstermek için kullanılır: Göktürk Anıtları'nda geçen fakat günümüze ulaşmayan bazı örnekler: bodun ‘millet, kavim’, sab ‘söz’, eçü apa ‘ecdat, atalar’, tüketi ‘tamamen, bütünüyle’.







Denden işareti (")

Bir yazıdaki maddelerin sıralanmasında veya bir çizelgede alt alta gelen aynı sözlerin veya söz gruplarının tekrar yazılmasını önlemek için kullanılır:

a. Etken fiil
b. Edilgen "
c. Dönüşlü "
ç. İşteş "






Yay Ayraç ( ( ) )

1. Cümlenin yapısıyla doğrudan doğruya ilgili olmayan açıklamalar için kullanılır:

Anadolu kentlerini, köylerini (Köy sözünü de çekinerek yazıyorum.) gezsek bile görmek için değil, kendimizi göstermek için geziyoruz.

(Nurullah Ataç, Söyleşiler)

Süleyman Şah'ın cenazesi sudan ihraç olunarak (çıkarılarak) hemen orada defnedilmiştir ki makarrı (durağı) hâlâ “Türk Mezarı” namiyle maruftur (tanınmıştır).

(Refik Halit Karay, Bir İçim Su)

UYARI : Hakkında açıklama yapılan söze ait ek, ayraç kapandıktan sonra yazılır:

Yunus Emre (1240?- 1320)'nin...

UYARI : Yani ile yapılan açıklamalar ayraç içine alınmaz.

2. Tiyatro eserlerinde konuşanın hareketlerini, durumunu açıklamak ve göstermek için kullanılır:

İhtiyar – (Yavaş yavaş Kaymakama yaklaşır.) Ne oluyor beyefendi? Allah rızası için bana da anlatın...

Kaymakam – (hiddetle) Ne olacak baba... Oğlunun katili ecnebi tebaasıymış... Düşman gemileri üstümüze toplarını çevirmişler, Adalı'yı istiyorlar... Sağ salim onu teslim edecekmişiz.

İhtiyar – (Evvelâ vurulmuş gibi sendeler, sonra derin ve saf bir bakışla Kaymakam ve arkadaşlarına) Etmeyin Efendiler... Benim gibi dertli bir ihtiyarla eğlenmek günahtır... Sizin gibi efendilere yakışmaz...

(Reşat Nuri Güntekin, İstiklâl)

3. Alıntıların aktarıldığı eseri veya yazarı göstermek için kullanılır:

Cihanın tarihi, vatanı uğrunda senin kadar uğraşan, kanını döken bir millet daha gösteremez. Senin kadar kimse kendi vatanına sahip olmağa hak kazanmamıştır. Bu vatan ya senindir, ya kimsenin.

(Ahmet Hikmet Müftüoğlu)

Eşin var, aşiyanın var, baharın var ki beklerdin

Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin? (Safahat)

4. Alıntılarda, başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine konulan üç nokta, yay ayraç içine alınabilir (bk. Üç nokta 1).

5. Bir söze alay, kinaye veya küçümseme anlamı kazandırmak için kullanılan ünlem işareti yay ayraç içine alınır (bk. Ünlem işareti 3).

6. Bir bilginin şüpheyle karşılandığını veya kesin olmadığını göstermek için kullanılan soru işareti yay ayraç içine alınır (bk. Soru işareti 3).

7. Bir yazının maddelerini gösteren rakam ve harflerden sonra kapama ayracı konur:

I) 1) A) a)

II) 2) B) b)






Köşeli ayraç ( [ ] )

1. Ayraç içinde ayraç kullanılması gereken durumlarda yay ayraçtan önce köşeli ayraç kullanılır:

Mongolın Ertniy Tüü0 (Arheologiyn Nayruulal) [Mogolistan'ın Eski Tarihi (Arkeolojik Araştırmalar)], BNMAU-ın şinjleh U0aanı Akademii Tuu0ıyn)ureelen, Ulaanbaatar 1977.

2. Bibliyografik künyelere ilişkin bazı ayrıntıları göstermek için kullanılır: Reşat Nuri [Güntekin], Çalıkuşu, Dersaadet 1922.

Yekta Bahir [Ömer Seyfettin], Yeni Lisan, Genç Kalemler.

3. Bilimsel çalışmalarda, metinde bulunmayan veya silinmiş olan, fakat araştırıcı tarafından tamamlanan bölümler köşeli ayraç içine alınır:

Babam kağan öldüğünde küçük kardeşim Kül-tegin ye[di yaşında kaldı...].

(Çözülmüş Orhon Yazıtları)








Kesme işareti ( ' )

1. Özel adlara getirilen iyelik ve hâl eklerini ayırmak için konur: Fatih Sultan Mehmet'e, Atatürk'üm, Türkiye'm, İnönü'den, Yurdakul'dan, Kâzım Karabekir'i, Yunus Emre'yi, Ziya Gökalp'tan; Türk'e, Alman'ı; Jüpiter'den, Venüs'ü; Türkiye'de, Van Gölü'ne, Ağrı Dağı'nın; Ziya Gökalp Bulvarı'nda, Çankaya Köşkü'ne, Sait Halimpaşa Yalısı'ndan; Kiralık Konak'ta, Sinekli Bakkal'ı.

Ancak aşağıda belirtilen özel adlardan sonra kesme işareti kullanılmaz:

a. Kurum ve kuruluş adları: Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türk Dil Kurumundan, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dekanlığına.

b. Akım, çağ ve dönem adları: Eski Çağın, Yükselme Döneminin, Klâsik Türk Edebiyatına, Millî Edebiyat Akımının, Edebiyat-ı Cedide Topluluğunun.

c. Kişi adlarından sonra kullanılan unvanlar: Mustafa Kemal Paşaya, Nasrettin Hocada, Enver Paşanın, Zeynep Hanıma, Ayhan Beyden, Ahmet Mithat Efendinin, Enver Paşayı.

ç. Ay ve gün adları: 29 Ekime..., 30 Ağustos Çarşambadan sonra

d. Deyimlerde geçen özel adlar: Allahtan hayırlısı, Allaha emanet; Alinin külâhını Veliye, Velinin külâhını Aliye.

UYARI : Ahmet, Halit, Mehmet, Murat, Recep; Gazi Antep, Sinop, Zonguldak gibi örneklerde kesme işareti kullanılır. Ancak kelimeler, Ahmeti, Haliti, Mehmeti, Muratı, Recepi, Gazi Antepi, Sinopu, Zonguldakı şeklinde telâffuz edilmez; Ahmedi, Halidi, Mehmedi, Muradı, Recebi, Gazi Antebi, Sinobu, Zonguldağı şeklinde telâffuz edilir.

UYARI : Özel adlar yerine kullanılan"o" zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz ve kendisinden sonra gelen ekler kesme işaretiyle ayrılmaz.

2. Yabancı özel adlardan sonra getirilen çokluk ve yapım ekleri kesme işaretiyle ayrılır: Nice'ler, Lille'li, Bordeaux'lu, Honolulu'lu.

UYARI : Yabancı özel adlar dışındaki özel adlara getirilen yapım ekleri ve çokluk eki kesmeyle ayrılmaz: Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Müslümanlık, Hristiyanlık, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Aydınlı, Konyalı, Bursalı; Ahmetler, Mehmetler, Yakup Kadriler, Ereğliler. Bu eklerden sonra da kesme işareti kullanılmaz: Türklüğün, Türkleşmekte, Türkçenin, Müslümanlıkta, Hristiyanlıktan, Aydınlıdan.

3. Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmak için konur: TBMM'nin, TDK'nin, BM'de, ABD'de, TV'ye.

UYARI : Küçük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kelimenin okunuşu; büyük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın son harfinin okunuşu esas alınır: kg'dan, cm'yi, mm'den; BDT'ye, THY'de, TRT'den. Ancak kısaltması büyük harflerle yapıldığı hâlde bir kelime gibi okunan kısaltmalara getirilen eklerde bu okunuş esas alınır: ASELSAN'da, BOTAŞ'ın, NATO'dan, UNESCO'ya.

UYARI : Sonunda nokta bulunan kısaltmalarla üs işaretli kısaltmalar kesmeyle ayrılmaz. Bu tür kısaltmalarda ek noktadan ve üs işaretinden sonra, kelimenin ve üs işaretinin okunuşuna uygun olarak yazılır: vb.leri, mad.si, Alm.dan, İng.yi, Nu.dan; cm³e (santimetre küpe), m²ye (metre kareye), 64ten (altı üssü dörtten)

4. Sayılara getirilen ekleri ayırmak için konur: “1919 senesi Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım.” 1985'te, 8'inci madde, 2'nci kat; 7,65’lik, 9,65’lik.

UYARI : Sıra sayıları ekle gösterildiği zaman rakamdan sonra sadece kesme işareti ve ek yazılır; ayrıca nokta konmaz: 8.'inci değil 8'inci, 2.'nci değil 2'nci.

UYARI : Üleştirme sayıları rakamla değil yazıyla gösterilir: 6'şar değil altışar, 10'ar değil onar.

5. Dilimizde kolmak, netmek, neylemek, napmak gibi fiiller yoktur. Ancak konuşmada ve vezin dolayısıyla şiirde bu tür kullanılışlar ortaya çıkabilmektedir. Seslerin vezin dolayısıyla şiirde veya konuşma sırasında düştüğünü göstermek için kesme kullanılır: K'oldu, N'oldu? N'etsin? N'eylesin? N'apalım?

Bir ok attım karlı dağın ardına

Düştü m'ola sevdiğimin yurduna

İl yanmazken ben yanarım derdine

Engel aramızı açtı n'eyleyim

(Karacaoğlan)

6. Bir ek veya harften sonra gelen ekleri ayırmak için konur: A'dan Z'ye kadar, b'nin m'ye dönüşmesi, Türkçede -daş'la yapılmış birçok söz vardır.

7. Özel adlar için yay ayraç içinde bir açıklama yapıldığı takdirde kesme işareti yay ayraçtan sonra konur: Yunus Emre (1240?-1320)'nin, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)'nin.

Ancak, cins isimler için yapılan açıklamalarda yay ayraçtan sonra doğal olarak kesme işaretine gerek yoktur: İmek fiili (ek fiil)nin geniş zamanı şahıs ekleriyle çekilir.





Düzeltme İşareti (^)

Türkçe kelimelerde inceltme işareti bulunmaz.

1. Yabancı kökenli bazı sözcüklerde uzunluk, incelik ya da ikisini birden belirtmek için k, g, l harflerinden sonra gelen a ve u harf leri üzerine konur.
rüzgâr, dükkân, sükûnet, âlâ, yekûn...

2. Yazım olarak aynı, okunuş ve anlam olarak farklı olan sözcük lerin karışmasını önlemek için kullanılır.
adet-âdet, kar-kâr, hala-hâlâ...

3. Bazı kişi ve yer adları alışılagelmiş biçimiyle inceltme işaretiyle kullanılır.
Kâmuran, Kâmil, Nâzım, Lâpseki...






Kaynak: www.dilimiz.com, www.imla.tr.cx

Yakamoz

Mehmet Yalçın

Ön açıklama

Bu yazı, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa - i Hukuk dergisinin Şubat 2008 sayısı için yazılmıştı. Aynı yazıyı Türk Dili Dergisi’nde de yayımlamak istedim; ama bu derginin içerik ve amacına uygun düşecek kimi değişiklik ve eklemeler de yaptım.

Burada bir şeyi daha belirtmek istiyorum: Yazının amacı, yalnızca bir gazeteciyi eleştirmekle sınırlı değildir. Genelde bir köşe yazısı bir günlüğüne okunur, birkaç gün sonra unutulur gider, oysa burada konu ettiğim yazı Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliğini değiştirmeye yönelik bütün bir "mütegalibe"[i] kesiminin etkin görüşünü yansıtıyor. Devletin en temel kurumları bile bu kesime güç veriyor. Örneğin, geçtiğimiz yıllarda Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na yüz binlerce yurttaşımızın imzasını taşıyan bir başvuru yapılmış ve Türkçenin kirlenmesine karşı önlem alınması istenmişti. İlgili "meclis komisyonu", dilimize yabancı sözcüklerin girmesini "çok önemli bir kazanım" sayarak başvuruyu işleme koymamıştı.

Bu yaklaşımı, dilin temel ilkeleri açısından irdelemek istedim.

*

Türkçeyi küçümsemek

Kendimi bildim bileli aralıksız okuduğum tek gazete Cumhuriyet'i övmekten de eleştirmekten de bıkmıştım. Ama Nilgün Cerrahoğlu'nun 5 Ocak 2008 günlü sayısında çıkan "Rafinman Ne Demek" başlıklı yazısı beni bir kez daha yeminimi bozmaya kışkırttı. Kendisini, bilgi kaynaklarına güvenerek, Batı dünyasını ve Türkiye'nin Batı'yla ilişkilerini iyi değerlendiren çözümleyici bir gazeteci olarak algıladığımdan, yazılarını ilgiyle okuyordum; kısacası en beğendiğim yanı, dilinden çok düşünce yordamıydı. O nedenle, Türkçede yaptığı ilginç sapmacaları[ii]2, örneğin kimi bağlaçları olağan yerlerinin dışında kullanmasını, kişisel biçemine ya da (duyumsattığı kadarıyla) fazla yabancı dil bilmesinin etkisine bağlıyor, "Nasıl olsa ne demek istediğini anlıyorum" diye hiç de eleştirmiyordum. Batı dillerinden bir parça anladığım için, sık sık yabancı sözcük kullanmasını da görmezden geliyordum. Burada andığım yazısında da olduğu gibi, bir tümcede "örneğin", bir sonrasında "misal" demesine de takılmadan geçerdim: "Çok etkileyici' demiş örneğin biri. / Pakistan'da yaşamış bir okur da misal şunu yazmış... " diyor (Vurgulama benim). Akrabalık belirten sözcükler olarak "teyze - hâlâ" yazarken hâlâ'da kullandığı inceltme iminin yersizliğine de aldırmam: Artık ilköğretim öğrencileri de biliyor ki, "babanın kız kardeşi" anlamına gelen sözcük hala', "gene de, şimdi bile" anlamına gelen sözcük hâlâ biçiminde yazılır... Kendine özgü "kozmopolit" dil öğeleri, bir yabancının Türkçe konuşmasında yaptığı sevimli pürüzler gibi, eğlendirir beni. Bütün bunları gerçekten önemsemem ve yazısının içeriğine veririm kendimi.

Ne var ki Cerrahoğlu, Türkçeyi küçümseyen bu yazısında, çözümleyici gazeteci niteliğinin yanında, dil konusunda da savdolu (iddialı) birisi olduğunu duyumsatmaya çalışmış gibi geldi bana. Söz konusu yazısında biri onu öven, öteki eleştiren iki okurundan alıntılar yaparken, ikincisine yönelik oldukça ağır bir karşı -eleştiride bulunuyor; daha da önemlisi, onda bulduğu kusurları ülkemiz için bir özgürlük sorunu olarak değerlendiriyor; Türkçeyi özleştirme çabalarını "içe kapalı milliyetçilik" anlamında suçluyor. Şöyle diyor bayan Cerrahoğlu: "Benim için büyük değer taşıyan beğenilerini teşvik edici mektuplarla dile getiren okurlar karşısında; son yazıma alerji (!) duyan okur da var.[iii] Sebep içinde geçen "yabancı sözcükler'..."

Okur kendisini şöyle eleştirmiş: "Yazınızın başında 'charm' sözcüğünü Türkçeye çevirmenin zorluğundan söz ettikten birkaç paragraf sonra, bir de 'rafinmanın böylesi!' demeniz tuz biber ekti. Allahaşkına, ne demek 'rafinman'? Türkçede var mı böyle bir sözcük? Sizin okuyucularınız kimler? Kime neyi anlatmak istiyorsunuz? Cumhuriyet okuyucuları arasında kaç kişi bilir bu sözcüğün anlamını? Türkçeyi sevin ki, kendinizi beğendiğiniz anlaşılsın! Türkçeye saygılı olun ki, kendinize saygınızın olduğu anlaşılsın!..' "

Alıntıya şunu ekliyor Cerrahoğlu: "Ülkün Tansel isimli okurum, 'yabancı sözcüklere' öyle takmış ki, 'içerikle' hiç ilgilenmemiş..."



Dil dersi

Bu konuda kendisine, dolayısıyla da tüm Cumhuriyet okurlarına bir güzel dil dersi veriyor: Ona göre "Türkçemiz, bazı alanlarda çok güçlü bir dil. / Akrabalık ilişkilerini tanımlamakta örneğin, 'rakipsiz'! Amca-dayı, teyze-hâlâ, enişte-bacanak... (...) 'Doğayı' anlatmakta da Türkçe gene sayısız olanaklara sahip. Bunun en güzel örneğine daha yeni tanık olduk. 'Kulturaustrausch' (Kültürel Değiş Tokuş) isimli bir Alman dergisi 'yakamoz'u, 'dünyanın en güzel sözcüğü' seçti. 'Yakamoz' dünya basınına, internet bloglarına girdi. (...) Ve sonunda bu söz, Türkçeyle ilgisi olmayan başka dillerin dağarcığına katıldı. Neden? Çünkü yakamoz, başka hiçbir dilde olmayan bir 'kavramı' anlatıyor. (...) / Aynı gücün karşılığını ne yazık ki, 'soyut kavramlar' ve 'düşünce dilinde' bulamıyoruz Türkçede. Bu da yapısal bir yetersizlikten değil, 'düşünce' önündeki ezeli ve ebedi engellerden kaynaklanıyor".

Onun gözünde, dünyada "en yakamozlu dil Türkçe", "en zengin kelime hazinesine sahip" dil de İngilizcedir. "Çünkü bir 'imparatorluk dili' olma özelliğini hiç yitirmemiş. Türkçe dahil; tüm dillerden dizi dizi 'yabancı kavram' almış ve de bunları 'kimlik' sorunu etmeksizin, 'İngilizceleştirmiş'..." Bu dili Türkçeyle karşılaştırırken de şöyle diyor: '"to think', 'to meditate', 'to ponder', 'to reflect'.. gibi düşüncenin farklı dozları ve boyutlarını dile getiren - düşünmekten başka -kavramların Türkçede karşılığı var mı? 'Tefekkür' derseniz... Bunu kim hatırlıyor?"

Buradan giderek, Türk dili ve Türk toplumu üstüne tanısını koyuyor: "Sorgulamasız 'içe kapanış', dile hizmet edemez. Türkçeye sevgi ve bağlılık, 'olmayan kavramlar' üzerinde de düşünmekten geçer./ Dilimizi, belli sözcükler etrafında dönerek zenginleştiremeyiz. Türkçenin asıl düşmanı; 'düşünmek için' ortaya atılan birkaç yabancı sözcük değil, kalıplaşmış ifadeleri kullanmaktır".

"'Olmayan kavramlar' üstünde düşünmek" önemli bir ruhsal - dilbilimsel tartışma konusudur: Dil bir göstergeler dizgesidir; kavram olmadan, onu anlatacak herhangi bir dil öğesi öngörülemez. Çağdaş dilbilimin kurucusu Ferdinand de Saussure'ün belirttiği gibi "Sözcüksel anlatımından soyutlanarak ele alındığında, düşüncemizin, ruhbilimsel açıdan, biçimlenmemiş, ayrımsız bir yığın olduğu görülür. Filozoflar da, dilbilimciler de göstergelerin yardımı olmadan iki kavramı açık seçik ve sürekli biçimde birbirinden ayırmamıza olanak bulunmadığı görüşünde her zaman birleşmişlerdir."[iv]

İlerde de değineceğim gibi, belirli bir göstergeleşme süreci geçirmemiş, ister yabancı, ister (yeni üretilmiş) öz Türkçe olsun, hiçbir sözcük bir dil öğesi olarak işlemez; ancak Türkçe biçimbilgisi ilkelerine göre kurulmuşsa, tasarlanan içeriğini belirli ölçüde ele verebilir. Ama onu işlevsel bir öğe olarak dile kazandıracak olan etken, toplumsal süreçtir.

Cerrahoğlu'nun dilbilimsel esin kaynağı Şükrü Haluk Akalın: "TDK Başkanı" diye andığı bay Akalın "Türk medyasının 'bin sözcük' kullandığını söylüyor [muş]. Bu bin sözcüğün yüzde 49'unu da 'yüz sözcük' oluşturuyormuş!"[v] (...) "Yeni kavramlarla aramıza duvar örmek yerine asıl buna tepki göstermeliyiz" diyor. Fırsat bu fırsattır diyerek, şimdiki (sözde) "Türk Dil Kurumu"nun[vi] bu sorunlarla ilgili bir yayınını da tanıtıyor: "Yeri gelmişken... TDK'nin bir 'Batı kökenli Kelimeler Sözlüğü'" bulunduğunu yazısına ekliyor.[vii]

Dillerin ayrılığı

Diller birbirlerine üç açıdan "yabancı"dır: Anlatım düzlemi’nde, içerik düzlemi’nde ve yazılı anlatım biçiminde. Çağdaş dil kuramı öncülerinden Louis Hjelmslev'in örnekleriyle bunu açıklamaya çalışalım. "Bilmiyorum" anlamında bir içeriği aktarmak için Dancada (Danimarka dilinde) jeg ved ikke, İngilizcede / do not know, Fransızcada je ne sais pas, Fincede en tiedâ, Eskimocada naluvara deniliyor[muş]. Dışardan bakışta bir dilden ötekine değişen şey, anlatımın biçimi düzleminde, çünkü her bir dilin anlatım düzlemi, biçim olarak da nicelik (sözcük ve anlambirim sayısı) olarak da değişiktir.

Bu açıdan ilk örnekle dördüncüyü karşılaştıralım: Dancada 'ben' anlamında jeg, 'biliyor' anlamında ved, sonra (o, onu, bu, bunu, vb.) anlamında det (nesne adılı), en sonunda da olumsuzluk öğesi ikke sözcükleri kullanılıyor. Fincede ise önce olumsuz (yok - ben[viii]) anlamında bir eylem, sonra da "bilmek" karşılığında bir kavram yer alıyor.

Öte yandan, dilden dile birbirinin karşılığı sanılan sözcüklerin kavram alanları da denkleşik değildir. Örneğin Galce gwyrdd sözcüğü Fransızca vert (yeşil) kavramının belirli bir kesimini karşılarken glas sözcüğü Fransızca bleu (mavi) kavramının tümünü, vert (yeşil) ile gris (gri) renklerinin belirli bölümlerini kapsar. Yani Galcede bir yerde yeşile, bir yerde griye çalan ve bir yerde mavileşen renk açılımını belirtmek için glas sözcüğünü kullandıklarında, o dili bilenlerin kafasından geçen renk, bizim düşündüğümüz mavi değildir yalnızca. Yine Galcede llwyd sözcüğü de bizim bildiğimiz gri'nin koyusundan koyu kahve ve karaya yönelen bir rengin karşılığıdır. Hjelmslev, bu iki dildeki renk açılımının kavramlaşma denkliğini şöyle özetliyor:[ix]






Dillerin yazılı anlatım biçimleri de birbiriyle uyumsuzdur. Yani aynı ses zincirini aktaran yazı uygulaması birbirine benzemez. Örneğin İtalyanların baracca sözcüğünü almışız ama, onu baraka biçiminde yazıyoruz; Fransızların chemin de fer'ni şimendifer, İngilizlerin mine'ını mayın olarak yazıyoruz, vb. Ayrıca bir dilde olan ses başka bir dilde olmayabilir: Örneğin Türk abecesindeki /ğ/ ve \ı\ harfleri gibi, gösterdikleri sesler de bildiğimiz başka dillerde yer almıyor.

Kaldı ki bir yabancı sözcüğü Türkçenin yazımına uydurmak onu Türkçeye kazandırmak anlamını taşımaz: Örneğin Fransızca raffinerie sözcüğünü rafineri biçiminde yazarak Türkçeye kazandırmışsak, aynı şeyi yine aynı dilin raffinement sözcüğü için yapamayız. Yani Türkçeleştirmek için onu rafinman biçiminde yazmak yetmez; çünkü birinci sözcüğün Türkçeleşmesi tarihsel - toplumsal bir sürecin ürünüdür ve dilimizde saymaca (konvansiyonel) bir değer kazanmıştır. Cerrahoğlu'nun okurunun tepkisi bu olaya karşıdır.

Aynı uyumsuzluk soyut kavramlar için de geçerli. Örneğin düşünce kavramı çok değişik sözcüklerle anlatılabilir. Bu temel kavrama yakın anlamda değişik sözcük dizileri üretmişiz: Düşünce - görüş - inanç - inanış - sanı -fikir, vb. gibi bir kavram ekseni yanında, bir de düşünce - tasa - kaygı - saplantı, vb. gibi bir başka eksen üretmişiz. Böyle bir kavramlar dizgesinin tıpatıp karşılığını başka dillerde bulamazsınız

"Yakamoz" ve maganda dili

Türkçe sözlükler yakamoz'u Yunanca ya da Rumca bir sözcük olarak belirtiyor, ancak ulaşabildiğim Yunanca sözlüklerde ve Yunanca bilenlerin belleğinde böyle bir sözcük yer almıyor.[x] Türkçe - Yunanca bir sözlük onu, "parıltı", "parlaklık" anlamına gelen OtocHpopıojıöç (fosforismos) sözcüğüyle tanımlamış. Ama ses biçimine bakılırsa yakamoz “Ben Türkçe değil, Yunancayım!" diye bağırıyor nerdeyse. Bu durumda en mantıklı varsayım, bu sözcüğün, "kayık sefası"na düşkün Osmanlı dönemi İstanbul Rumlarınca üretilmiş olmasıdır.

Burada yakamoz’un Türkçede kullanılmasına ya da Türkçe olmasına duygusal ya da ırkçı bir yaklaşımla karşı çıkmam kesinlikle söz konusu değil. Tam tersine, onu ben de çok seviyorum. Ama "yabancı sözcük - Türkçe sözcük" tartışması bağlamında, sanki öz Türkçeymiş gibi sunulması yanlış. Dilimizde kullanılan binlerce yabancı sözcükten biri de o olabilir. Yani "Türkçeye mal olmuş bir sözcük" demek başka şey, "Türkçe sözcük" demek başka şey. Nitekim "Türk Dil Kurumu Başkanı" olarak anılan Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın da yakamoz’un kökeninin Rumca olduğunu kabul ederek şunları söylüyor. "Biz bu kelimeyi Rumca'dan aldık. Türkçenin söz varlığına katılmış ve yeni anlamlar katılarak kullanılıyor. Rumca'da şu an kullanılıyor mu bilmiyorum. Biz bu kelimeyi Anadolu Rumlarından almışız. Türkçeleşmiş kelimedir. Her dilde başka dillerden katılmış kelimeler vardır. Başka anlamlarla dile yerleşebilir. Biz bunu daha işlek bir hale getirmişiz. Türkçenin malı olmuştur ve bizim için sevindiricidir."[xi] Böyle bir anlayışa sınırlı bir saygı duyulabilir. Gelişmiş Batı dillerinin sözlüklerinde de sözcüklerin kökeni açıkça belirtilir.

Ama dile yabancı sözcükler katmanın bütünüyle doğal ve olumlu bir kazanım gibi gösterilmesi doğru değil. Örneğin dilimizde birbirine yakın anlamda kullanılan eylem - aksiyon, etkinlik - aktivite gibi sözcüklerin birincileri Türkçe, ikincileri Fransızcadır. Sözcükler, çakıl taşları gibi tektürden ya da terkparça (monolitik) birer bütün değil, özgülendikleri dilin gerektirdiği yapısal niteliklerle uyumlu olarak biçimlenirler: Çünkü dil, hazır kavramlar kullanan bir araç değil, kendi kavramlarını kendisi üreten, yani kendine özgü kavramlama süreciyle işleyen etkin bir düzenektir. O nedenle bir dilde kullanılan en işlevsel öğeler o dilin kendi ilkelerine göre üretilmiş öğelerdir.

Bir de yabancı sözcükleri Türkçeleştirme ile yabancı sözcükleri daha da yabancılaştırma arasında bir ayrım yapmak gerekiyor. Örneğin, "dışa açılma" adına eylem yerine aksiyon kullanmayı seçen dil magandaları, hem aksiyon yerine action yazıyor, hem de onu ekşin diye söylüyor. Oysa İngilizcede kullanılan action, Türkçeye olduğu gibi o dile de Fransızcadan geçmiştir. Onlar Fransızca kökenli sözcüğe kendi söyleyiş biçimini uygulamışlar, biz Fransızlar gibi söylemişiz.[xii]

Osmanlıca saplantısı

Kendi yurdumuzda Türkçeyi bastırmaya ve yok saymaya yönelik bir yabancılaştırma çağı yaşıyoruz. Nilgün Cerrahoğlu da - umarım bilmeyerek - bunu yapanlara katılıyor ve bol bol yabancı sözcük alarak Türkçenin varsıllaşacağını savunuyor. Anlayışı şu: İngilizler, bir İmparatorluk dili olan İngilizcenin kavram zenginliğini korudular; oysa biz, bunu yapmak yerine, "Sorgulamasız bir içe kapanış'" anlamına gelen Türkçeyi özleştirme tutkusuna kaptırmışız kendimizi. Açıkça, "Biz de bir imparatorluk kurmuş ve Osmanlıca diye yabancı dil öğeleriyle varsıllaştırılmış bir dil geliştirmiştik[xiii]; onu korumalıydık" demekliğine getiriyor; oysa işin gerçeğinde, Türkçeyi koruyamadık.

Osmanlı döneminde, her alanda olduğu gibi dil yoluyla da yaratılmış, hiç değilse belli çevreleri büyülemiş güzelliklere karşı çıkılmayabilir. O nedenle kişisel olarak ben, kimi Osmanlı değerlerini özleyen duygulu ve duyarlı insanları hiç yadırgamam. Ama bir iki örnekten yola çıkılarak, Türkçenin yabancı sözcüklerle varsıllaşacağını öne sürmek, eğer Cumhuriyet devrimlerine bir karşıtlık söz konusu değilse, Cumhuriyet'le oluşan çağdaş kültürümüz, çağdaş yapıtlar veren dilimiz, varsıllaşan kavram ve imge dünyamız, vb. karşısındaki bu tutum duyarsızlık, ilgisizlik ya da bilgisizlikten başka bir anlam taşımaz. Türkiye'de bilimin ve sanatın ancak Cumhuriyet devrimleriyle birlikte dünyaya açıldığını ve ileri kültür toplumlarıyla yarışır duruma geldiğini görememenin başka hiçbir açıklaması olamaz. Aynı gelişme içinde, öz Türkçeyle şaşırtıcı yoğunlukta imgeler ve kavramlar yaratıp sergileyen bir Melih Cevdet Anday mı "içe kapalı" bir Türkçeyle oyalanıp durmuştur? Ben onun "Orta Yaşlı Kadın" başlıklı ve topu topu 8 dizelik küçük bir şiiri üstüne 30 sayfalık bir çözümleme yaptım; şiirin, yalnızca /düşünmek/ kavramını betimleyen imgelerle kurulmuş olduğunu gördüm, şaşırdım. Bir başka çalışmamda Nazım Hikmet'm "Onlar" başlıklı şiirinde gizliden gizliye yarattığı kavramları kullanarak yaptığı imgesel çizimlere büyülendim. Oysa birçokları o büyük ozanın ne ölçüde hain ya da ne ölçüde toplumcu olup olmadığını tartışıyordu. Yaşar Kemal, dünyada anlatım gücü en yüksek üç dilden biri olan Türkçede yapıtlar vermekle övündüğünü açıklamıştır birçok kez. Cumhuriyet gazetesini uzun yıllar yöneten ve ayakta tutan Nadir Nadi, en yüksek oranda öz Türkçeyle yazan ve bütün yapıtları ilgiyle ve sevilerek okunan bir aydınımız. Örnekler çoğaltılabilir. Devrim ilkelerine yeniden dönülür gibi olduğu 1960'lı ve 70'li yıllarda, dilimizin büyük oranda özleşmesiyle birlikte, Türkiye bilimde, yazında ve öteki sanat alanlarında çok büyük bir açılım göstermiştir.

Türk dil devrimi, Türkçenin, ulusal bağımsızlık temelinde ve böyle bir verimlilik içinde gelişmesi ve güçlenmesi için yapılmıştır. Batılıların kendileri açısından bu gerçeği yüzyıllar öncesinden görerek gerekeni yaptıklarını, diller tarihiyle az çok ilgilenmiş herkes bilir.

Ece Yakamoz

Gelelim "yakamoz" olayına: Eldeki bilgilere bakılırsa, bu sözcük, "haymatlos" benzeri bir şey, yani uyruğu yok. Yunanca kılığına girmiş, hangi dilden olduğu belli değil; soyu sopu bilinmiyor; anlatım biçimi gibi, içerik biçimi (tam olarak ne anlama geldiği) de açık değil: Kimileri dalgalanan suyun uyandırdığı ışık izlenimi olarak tanımlıyor onu; kimilerine göre bunu yapan bir deniz yaratığı. İnsanlar onu seviyor. Ama sıradan bir dil öğesi olarak değil, anlatımı ve içeriği devingen bir şiir olarak... Berlin'de onu dünyanın en güzel sözcüğü seçenlerin daha dilsel bir ölçüte dayandığını sanmam. Bir dünya ecesi olarak seçilmiş sanki. Ya da arkasından gidilen, ama bir türlü ulaşılamayan çok güzel bir hayat kadını gibi de düşünebilirsiniz Yakamoz’u. Bu sözcüğü, İstanbul Rumlarının ince duyarlılığına daha çok yakıştırdım, Yunan abecesine uydurarak rıotKajıoç'a dönüştürdüm ve bu yazıya başlık yaptım: Söylenişi gibi yazılışı da çarpıcı olmuyor mu böyle?

Nilgün Cerrahoğlu bence konuyu biraz çarpıtmış; "yakamoz" üstüne daha coşumlu bir yazı yazacağına, işi dil kuramına dökmüş ve devrim karşıtı ruhsal yapısını açığa vurmuş.

Bu bende gerçek bir düş kırıklığı yarattı.



[i] Arapça galebemden türemiş olan mütegalibe sözcüğü, yakın geçmişteki sol devrimcilerin dilinde büyük çoğunluğa zorla egemen olan ve yönlendiren sömürücü kesimi belirtmek için kullanılıyordu. Önceki yüzyıllarda geçerli olan doğrudan zorbalığın yerini günümüzde, kandırmaya ve yanıltmaya dayanan yaymaca (propaganda) takımı almıştır.

[ii] Onun anlayacağı bir sözcük kullanmak gerekirse, galiba burada sapmaca yerine ekar demem gerekecek; daha da rahat anlaması için Fransızca yazılışıyla, écart demeliyim belki de. Örneğin, "Şemsiyemi almalıyım, yağmur çünkü yağıyor" gibi bir tümcede, çünkü'nün olağan yeri dışında kullanılması bir écart'dır: ama bir dil yanlışı değil.

[iii] Burada olduğu gibi, anlaşılmaz öğelerle uzatılmış, insana içi boş gibi gelen dolambaçlı tümcelerine kafamı takmadan okumayı sürdürürüm.

[iv] Bkz. Genel Dilbilim Dersleri, 1, çeviren B. Vardar, TDK Yayınları, Ankara, 1976, s. 104.

[v] 1000 sözcüğün % 49'unun 100 sözcük ettiğini ben aritmetiksel olarak kavrayamadım. Bu da "kalıplaşmış" Türkçemizin yetersizliğinden kaynaklanıyor olmalı (!). Belki de kullanım sıklığı açısından bir oran söz konusu. Örneğin "1000 sözcük 100 dakikada kullanılıyorsa, bunların içinde en sık kullanılan 100 sözcük 49 dakika alıyor" denilmek istenmiştir.

[vi] Türk Dili Dergisi" nin ön kapağının iç yüzünde (altta) her sayıda anımsatıldığı gibi "Türk Dil Kurumu 12 Temmuz 1932'de kuruldu. Türk Dil Kurumu'nu 19 Ekim 1983'te kapattılar".

[vii] Kapatılan Türk Dil Kurumu’nun sayısız terim çalışmaları ve sözlükleri yanında, yabancı sözcüklere Türkçe karşılık arama çalışmaları boşunaymış demek! Ali Püsküllüoğlu’nun bu alanda yayımladığı ciltlerce yapıtlar da bir Cumhuriyet yazarının ilgisini çekememiş!

[viii] Şurası ilginç. Fincede olumsuzluk belirten dil öğesi, aynı zamanda bir eylem değeri taşıyor ki bilebildiğim hiçbir dilde böyle bir kavram bileşiği yok (M. Y.).

[ix] L. H., Prolégoménes a une théorie du langage (Dil bir kuramına giriş ilkeleri), Fransızca çeviri, Les Editions de Minuit, 1968-1971, Paris, ss. 69-71).

[x] Bu konuda beni aydınlatan klasik diller uzmanı değerli bilim insanı Doç. Dr. Recai Tekoğlu'ya teşekkür ediyorum.

[xi] Kaynak: http://blog.dergibi.com/2007/11/02/yakamoz-turkce-degiI-rumcaymis/ (10. 01. 2008).

[xii] Dilimize Fransızcadan geçmiş hemen bütün sözcükler Fransızların söyleyiş biçimiyle kullanılıyor. Bunun ayırdına varıldıkça, bu sözcükleri de İngilizceleştirme süreci yaşıyoruz bugün. Kimileyin de bilinçsiz bir ibretleştirmeyle (soysuzlaştırmayla) yapıyorlar bunu.

[xiii] Oysa İngilizler, kökenlerinden günümüze değin, tarihlerinin hiçbir döneminde, İngilizcenin özgün yapısı ve öğeleriyle gelişmesini bastıracak bir yabancılaşmaya izin vermemişlerdir. Belirli oranda yabancı öğeler bütün dillere girebilmiştir.



Kaynak: Türk Dili Dergisi